11 Şubat 2013 Pazartesi

TÜRK MUCİZESİ


H.Çiçeksever — 29 Ekim 2010
TÜRK  MUCİZESİ..H.Çiçeksever’den
 
Bugün 29 Ekim 2010. Hüzün doluyor insan.!
Binlerce masumun kanlarıyla canlarıyla kazanılmış Cumhuriyetimiz  maalesef  son yıllarda  tehdit altında görünüyor.  Mucizeler yaratan bir millet olarak yeni mucizeler ümidiyle ,“Şu Çılgın Türkler” kitabıyla tanıdığımız  Turgut Özakman’ın  “Cumhuriyet Türk Mucizesi” isimli kitabından alıntı yazıyı lütfen okuyunuz ve düşününüz.
“ZAFER kazanılmış, saltanat kaldırmış, Vahdettin’in padişahlığı da düşmüştü.
Mudanya Anlaşması yapılmış, müttefikler, işgal altında tuttukları İstanbul ile Trakya’yı Türklere teslim etmeyi çaresiz kabul etmişlerdi.
Gelişmeler Vahdettin ile İstanbul’da düşmanla işbirliği yapanları panikletmişti. Artık sadece halife unvanı kalan Vahdettin çevresinde kalan birkaç kişiye “İngiliz elçisi ve görevlendireceği biriyle çok acele konuşmak istiyorum. Gizlice bağlantı kurup bu ricamı iletin” dedi.
Tepebaşı’ndaki İngiliz Elçiliği’nin önünde bavullu, torbalı, çantalı, sarıklı, fesli insanlardan oluşan bir kalabalık toplanmıştı. Birbirleriyle itişerek panik halinde içeri girmeye çalışıyorlardı. Görevliler bunları tek tek içeri alıyor, bahçede sırayla sokuyorlardı.
Düşmanla işbirliği eden bu hainler arasında kimler yoktu ki…
Eski Şeyhülislam Mustafa Sabri, eski Adliye Nazırı Ali Rüştü, Maarif Nazırı Fahrettin, Sevr’i imzalayan filozof Rıza Tevfik, her karanlık işte parmakları olan Ayan’dan Vasfi Hoca ile Zeynel Abidin, İngilizci Hürriyet ve İtilaf Partisi Başkanı Albay Sadık, bu partinin yöneticileri, İzmir’i Yunanlılara teslim eden Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, eski İstanbul Emniyet Müdürü Arnavut Tahsin, yazarlar Refik Halit Karay, Refi Cevat Ulunay ve Mevlanazade Rıfat…
Kalabalık giderek artıyordu. Çevredeki esnaftan biri dayanamayıp öfkeyle “Ne kadar çok hain varmış” diye söylendi.  İngilizler kendilerine hizmet eden bu insanları hava kararınca siyasi sığınmacı olarak Taşkışla’ya gönderdiler.
İngiliz Yüksek Komiseri, Halife Vahidettinin görüşme isteğini öğrenince 6 Kasım 1922 günü tercümanı ile birlikte kendisini ziyarete gitti. Vahdettin sözü uzatmadan sordu:
“İki yıl önce yetkili makamlarınız, bir tehlike olduğu takdirde, beni koruyacakları hakkında söz vermişlerdi. Bu söz şimdi de geçerli mi?”
“Evet efendim şimdi de geçerli.” Vahdettin korku içindeydi: “İlk fırsatta İstanbul’dan ayrılmak istiyorum. Beni nereye götürürsünüz? Mısır’a mı, Kıbrıs’a mı, nereye?”
Sir Rumbold, “Mısır tehlikeli, Kıbrıs da olmaz. Geçici olarak başka bir yer olabilir. Mesela Malta. Ayrılış gününü kararlaştırdığınız zaman General Harrington’a birini yollayınız” dedi.
Vahdettin 10 gün sonra General Harrington’a gizli bir mektup gönderdi:  “İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden İngiltere devlet-i fahimanesine iltica ve bir an evvel İstanbul’dan Mahall-i ahara naklimi  talep ederim, efendim. 16 Kasım 1922. Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin.”
Ertesi sabah saat 06.00’da Vahdettin Efendi, oğlu Ertuğrul ve bazı adamları ellerinde bavullar, çantalar ve içi para ve mücevher dolu olan çantayı sıkı sıkı tutan Halife’nin doktoru Reşat Paşa sarayın Merasim Köşkü’nün arka kapısında buluştular. İngilizlerin gönderdiği iki ambulansla iki otomobile bindirildiler ve Kabataş rıhtımına getirildiler. Oradan İngiliz bayrağı taşıyan bir motora bindirilerek açıkta bekleyen Malaya Zırhlısı’na götürüldüler.
Vahdettin işbirliği ettiği İngilizlere sığınarak ülkesinden kaçtı. Bu kaçışla Osmanlı İmparatorluğu tarihe gömülmüş oldu.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder