11 Şubat 2013 Pazartesi

HELESA GELENEĞİ


H.Çiçeksever — 31 Ağustos 2010
HELESA  GELENEĞİ..H.Çiçeksever’den
 
Her memleketin kendini hatırlatan bir simgesi olmalıdır. Batı işte böyle bir bilinçle farklılığını daima sürdürüyor. O şehrin yaşanmışlık belgeleri olan bu semboller bazen insanlar olabilir, bazen de yaşatılan köklü geleneklerdir ki insanı oraya bağlar. Bugün her ikisinden bahsetmek istiyorum.
Sinop’ta olmadığım için, eski bir geleneğimiz olan Helesa davetlerine katılamadım. Ben onlara Sinop’un gülen yüzü, sevgi temsilcileri diyorum. Özer-Zuhal Gürbüz ve Semra Armay. İnsan yıllar sonra doğduğu yere döndüğü zaman aradığı şey anılar, anıları hatırlatan dost sıcaklığı ve anıtlar. İşte bu insanlar onlar. Zuhal ablanın içten dostluğu, sevgisiyle ördüğü dost ilişkileri ve elişleri eski Sinop kalitesini hala yaşatıyor. Bu şehirde böylesine dost canlı, üreten emeğinden zevk alan insanlar olduğu sürece burjuva sınıfı yaratılamaz. Demokrasi sınıf farkına yer vermez. Çünkü burjuva ayırımcılıktır. Demokrasinin mükemmel işlediği ülkelerde sınıf ayrımcılığı yoktur.
Yazılarımın en önemli bölümünü “Kültür-Kimlik” sorunu işgal ediyor biliyorsunuz. Kişileri bir yere ait hissettiren ortak yaşam biçimi, ortak gelenek ve görenekler vardır, unutulmaz, nesilden nesile taşınarak birlik, dostluk beraberlik ruhu yaşatılır.O bir kimlik gibi insanın davranışlarına yansır ve yabancılığı yok eder, güven ortamı yaratır. Biz buna kültür, geleneklerimiz diyoruz. Bunlar bizim manevi tapularımızdır. Önümüzdeki çağ ise kültür çağı olacaktır. Kültür mirasına sahip çıkmayan toplumlar çağı yakalayamazlar.
Şimdi sembolik olarak yaşatılmaya çalışılan Helesa geleneği çocukluğumuzda bahçeli müstakil evlerdeyken daha keyifliydi. Bizim müstakil evimiz köşebaşında hala duruyor ve her dönem helesa kapımızın önünden geçiyor. Rahmetli Dr. Ahmet Örs ilimizde çok sevilen, sayılan bir insan olarak Helesa’nın sevimli yüzlerinden biriydi. Ramazanın onbeşinden sonra gençler akşamdan hazırladıkları süslü kayıklarla Helesa’ya çıkardı. Gemiler son derece güzel süslenir, fener ve mumlarla aydınlatılırdı.Akşam iftardan sonra bu süslü kayığı omuzlarında taşıyarak bir mahalleye gelirlerdi.
“Bir gemim var çift direkli, tayfası aslan yürekli, helesa, yelesa…başladığında herkes pencerelerine doluşurdu.
“Bismillahla başlayalım…Ayva dalı taşlayalım, Bu yıl da burada kışlayalım, helasa, yelesa..
Aşağı hamamın yokuşu, söküldü mestin dikişi, illede kocakarıların cümbüşü, helesa, yelesa..sesi yükselirken evlerde bir telaş başlar, hediyeler hazırlanır, beklenirdi.Para atılır, havlu, peşkir, mendil bağlanır geminin direğine.
Eğer ev sahibi az bahşiş atmışsa maniyle cevap verilir. Helesa dinlemek isteyen hemen para atmaz, bazen usandırıncaya kadar bekletirdi. Bu durumda, yorulan Helasa ekibi;
“Büyük cami direk ister, söylemeye yürek ister…Arkadaşlar bahşiş ister..”
“Altımızda çürük minder,altını üstüne dönder, aman beyim bahşiş gönder…”diye israrlar sürdürülür. Bahşiş alınıp giderken; “bahşişimi aldım giderim, helesa, yelasa..”
Dikkat ederseniz bu sözlerde o devrin sosyo-ekonomik durumu anlaşılıyor. Fakirlik ve yoksulluk var ama insanlar çok mutlu. Şimdi Londra’nın güzel yerlerinde yaşarken bu geleneklerin ve mutlu dönemlerin insanın ruhsal kimliğine neler kattığını daha bir önemli buluyorum.
Maalesef tüm ülkemizin en büyük sorunu olan çarpık kentleşme, hırs , bencillik, açgözlülük uğruna canım güzel şehirlerimizi rant uğruna betonlar ve türk-müslüman kimliğine çok aykırı olan apartmanlarla yok ettiler. Bu ortamda kültürleri yaşatmak, insanları mutlu etmek, sağlıklı yaşamak asla mümkün değildir. Zenginlik parasal çokluk değil, kültürel varlıktır.
Amerika ve Avrupa müstakil evlere sahip asırlık evler korunuyor. Kültür zeminle orantılıdır diyor Atatürk. Maalesef hızla ve hırsla o zemin yok oluyor. Çok dikkatli olmalıyız.Danimarka küçücük Denizkızı heykeliyle dünyada tanınıyor. Barcelona Gaudi’in ünlü yapıtlarıyla süslü.örnekler çok fazla.
Bilgi-kültür-enformasyon çağında kültürlerin milletleri nerelere taşıyacağını bilerek, Helesa geleneğine daha anlamalı bir boyut kazandırılmalı diye düşünüyorum. Kültürün en mühim zemini olan şehir planları kesinlikle korunmalıdır. Yoksa varlığımızı asla ispat edemeyiz.Medeniyet; geçtiği topraklarda sülük kadar olsun iz bırakabilmekle ölçülür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder