26 Şubat 2013 Salı

ETEM ÇALIŞKAN

          “Param yok, pulum yok, ben de adamım,
            Param var, pulum var, aynı adamım” diyor hayatının zorluklarını  anlatırken.
            1928 (Harf devrimi) yılında doğması boşuna değilmiş! O bir ressam, O bir kaligraf, O adanmış bir ömür!
            Yıllarca hayranlıkla baktığımız en güzel Atatürk resimlerinin ressamı; okullarımızda, sınıflarımızda, dairelerimizde, işyerlerimizde duvarlarımızın olmazsa olmazları "Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi", "İstiklâl Marşı" gibi baştacımız, en önemli öğretilerimizi yazan ünlü hattat, kaligraf  Etem Çalışkan  bu akşam Klüp yemeğimizin konuk sanatçısıydı.
             Büyük insanlara yakışır cömertliği ve çalışkanlığıyla  85 yaşına rağmen muhteşem enerjisiyle, Mustafa Kemal Atatürk’ün birçok yerde kullanılan meşhur portresi ve imzasını da stilize ettiği resmi  bizlere armağan olarak imzaladı. Çok hayran olduğum ama Etem Çalışkan’a ait olduğunu bilmediğim  bu fotoğrafa sahip olmaktan  nasıl mutlu oldum bilemezsiniz.Gerçekten duygulanmamak, böylesine adanmış bir ömre hayran olmamak mümkün mü?
            Atatürk aşığı, vatan ,millet sevdalası bir büyük yetenek. Atatürk’ün Nutuk’unu elyazısıyla yazmış, Kur’anı el yazısıyla yazmış, Cumhuriyet tarihindeki ilk  ve  tek kişidir.
            Anılarıyla, tablolarıyla, eserlerinden çeşitli örnekler sunduğu  sunumuyla gecemize hem büyük anlam, hem de renk kattı Etem Çalışkan. Adeta bilgisayardan çıkmış gibi, matbaa gibi,  muhteşem yazı sanatıyla herkesi  kendine hayran bıraktı.
       “Kaligrafi, güzel yazı yazma sanatıdır. Sadece güzel yazmak onu sanat yapmaz, ona yorum getirmek gerekir. Sanat kurallar içerisinde kuralsızlıktır. Eğer kurallar içerisinde kuralsız çalışmazsan hep yapılanı, öğrendiğini yapmış olursun.”diyen gazeteci, ressam, hattat E. Çalışkan  Tarsus’un Göçük Köyü’nde doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Mersin’de tamamladı. Yükseköğrenimini İstanbul Güzel sanatlar Akademisi Afiş Bölümü’nde yaptı. Prof. Sabri Berkel’den desen, Prof.Emin Barın’dan yazı, Prof. Namık Bayık’dan afiş ve grafik dersleri aldı.
            Anıtkabir’deki yazıtların yazılmasında  ünlü kaligraf  Prof.Barın’a yardımcı oldu. Gazeteciliğe 1954’te Yeni Sabah gazetesinde ressam-kaligraf olarak başladı. Zafer, Öncü, Dünya, Akşam, Milliyet, Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Kitap kapakları, afişler yaptı. Atatürk’ün 100.doğum yıl afişleri bastı. Yapıtları çeşitli kişisel ve karma sergilerde sergilendi.
            Hala İstanbul’da ücretsiz kaligrafi dersleri veren sanatçının seveni o kadar çok ki, şimdi bu sevgiyle yaşıyor. Sağlıklı uzun ömürler diliyoruz büyük üstada..




17 Şubat 2013 Pazar

TENHA   ZAMANLAR
                Bu akşam Nişantaşı- Art Galerim’de Merih Akoğul’un  “Tenha Zamanlar” adlı fotoğraf sergisinin açılış kokteylinden izlenimleri paylaşmak istiyorum.
                “Aslında fotoğraf bir çoğaltma ve yansıtma sanatıdır” diyen Akoğul, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar  Fakültesi Fotoğraf bölümünde öğretim görevlisi. Ayrıca fotoğraf dersleri vermektedir.
                “Devleşir aşklar, soğuduğunda odalar
                Çatırdadığını duyarsın ağaçların
                Tapınaklar çökerken geceye
                Şehir düşmüştür artık..”dizelerinin sahibi  Akoğul’un “Son Dokunuş ve Kuğunun Ölümü” adlı iki şiir kitabı bulunmaktadır.




12 Şubat 2013 Salı

NAR


H.Çiçeksever — 06 Aralık 2012
NAR..H.Çiçeksever’den..
 

            İlk senaryosu “Teyzem” ile birincilik ödülü alan,; “9”, “Anlat İstanbul”, “Gölgesizler”, “ses” ile tanıdığımız yönetmen Ümit Ünal’ın Nar filmindeyiz.  Çırağan Kültür Ateşesi Ayşe Sipahioğlu, güler yüzle ve her zamanki nazik ve içten tavrıyla ağırladı herkesi.
Ayrıca, Çırağan Sarayı’nın giriş katındaki Sanat Galerisi’nde  Fikret Otyam’ın  “Hoşça kal İstanbul” sergisi gezilebiliyor. Otyam’ın fırçasından;  Anadolu’nun kara gözlü emekçi kadınlarını, dağlarını derelerini, göllerini denizlerini, “illa” hem ak hem kara keçilerini, eşeklerini, birbirinden değişik evlerini, kara kıl çadırlarını, pamuk tarlasında ömür tüketenlerini sanatseverlerle buluşturuyor.
Başrollerini Serra Yılmaz, İdil Fırat, Erdem Akakaçe ve İrem Altuğ’un oynadığı, Ümit Ünal’ın 2011 yılında senaryosunu kendi yazdığı ve yönettiği filmi ‘Nar’ı  Çırağan Sarayı Mabeyn Salonu’nda  büyük bir zevkle seyrettik.  Film sonrası ise izleyiciler, yönetmen ve oyuncularla film hakkında sohbet gerçekleşti. Sohbet sonrası Çırağan’ın muhteşem atmosferinde kokteyl verildi.
nar
Yönetmene sorulan ilk soru; “ neden Nar metaforu?” Cevap çok anlamlıydı.
“Hepimiz  nar taneleri gibiyiz, apayrı ama hep aynıyız. Bizi bir arada tutan kabuk var.Aramızda ince bir zar. Bizi bir arada tutan bağlar bir darbeyle nar gibi parçalanarak dökülecek kadar pamuk ipliğine mi bağlı?”  Adalet sisteme bağlı olunca vicdan dışarıda mı  kalıyor?
 Elif Şafak bir romanında şöyle der: “ Nar Ermeni kültüründe de Türk kültüründe de önemli bir simge. Bereketin, kadınsılığın, doğurganlığın, çoğulluğun  simgesi. Bana göre narın çatladığı, yarıldığı an, kozmopolit Osmanlı toplumuna milliyetçi ideolojilerin sirayet ettiği andır. Ondan sonra nar taneleri bir daha toplanmamak üzere dağıldılar. Nar ve taneleriyle ilgili bu inancı, Türk dünyası genelinde benzer şekillerde görmek mümkündür.”
            Nar ağacı bütün Türk dünyasında kutsal sayılır. Türk kültüründe elma ve nar zürriyetin sembolüdür. Rüyada nar görmek neslin bereketli, nar, aşk ateşinin sembolü.
Nar, Türk halk kültüründe ve sözlü gelenek içerisinde ise masallara, türkülere, destanlara ve rüya motiflerine, atasözlerine, manilere, bilmecelere, tekerlemelere konu olmuştur. Bu sözlü gelenek ürünleri içerisinde özellikle masallarda adı sıkça geçmektedir.  Nar cennet meyvesidir. Onun bir tanesinin bile yere düşürülmemesi gerektiği inancı ortaktır.
Bilmecelerimizde nar vardır. “İstanbul’dan gelir gemi gemi içi kutu sandıkdolu, sandıkiçi kutu dolu, kutu içi boncuk dolu, bil efendim sen bunu?” cevap: Nar!
Fini fini fincan, içi dolu mercan. (Nar)
Çarşıdan aldım bir tane, eve geldim bin tane. (Nar)
Benim bir tek başım var, ama bin bir dişim var. Kabuğum yarılınca, yüreğimden kan damlar. (Nar)

2013'e LONDRA'DAN MERHABA


H.Çiçeksever — 02 Ocak 2013
HOŞGELDİN 2013..H.Çiçeksever’den
 
Üç haftadır Londra”da Christmas kutlamaları nedeniyle torunlarla partiden partiye koşturup duruyoruz.. Okullar, bazı iş yerleri özel partiler düzenliyor, armağanlar veriyorlar. Küçük yaşta paylaşmayı, birlikte yaşamayı öğretiyorlar, geleneklerini sevdiriyorlar. Danslar, showlar, animasyonlar, resim çalışmalarıyla çocukları hiç gürültüsüz meşgul ediyorlar.
Günlerdir, hediye paketi sarmaktan, hediye paketi açmadan geçen günümüz yok gibi. Çocuklar o kadar mutlu ki ! Bütün şehir cıvıl cıvıl süslenmiş. Masallardaki evler gibi evlerden oluşan, koskoca şehrin sokaklarında dolaşmak ise huzur veriyor. . Londra denilince ilk akla gelen, dünyanın her köşesinden insanı ağırlayan en önemli merkez Night Bridge ise inanılmaz yaratıcı ve akıl almaz yeniliklerle süslü vitrinleriyle kendine hayran bırakıyor. Harrods, Selfridges, Harvey Nichols, Covent Garden her zaman farklılığıyla cazibe merkezi olmaya devam ediyorlar. Dört yıldır Londra’da yılbaşı geçiriyorum, senede pek çok defa gelip gidiyorum her hafta değişen bu mağazaların vitrinlerinin bir kez bile ayni dekore edildiğine şahit olmadım.
IMG_0156IMG_0162IMG_0167IMG_9973
Christmasın ertesi günü başlayan ucuzlukta ise alışveriş çılgınlığı, uzun kuyrukların ise Cin, Japon, Kore, Arap ülkelerinin oluşturduğu kuyruklarla hareket yine devam ediyor bu güneş batamayan imparatorluğun şehrinde.
Yılbaşı ise tekrar dünya ile birlikte kutlanıyor havai fişek gösterileriyle yoğun insan trafiğiyle yine çok hareketli. Bu yılbaşı aldığım çok anlamlı armağanlarım oldu. Bunlardan birisi de Wimbledon Tiyatrosunda Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri oynayan Elvis Presley”in kızının baş rolü oynadığı muzikali görmek oldu. Sahne dekorları ve kostümleriyle muhteşem zengin bir muzikaldi. Cüceleri gerçek cüce 7 adam oynuyordu. Sonunda dünyayı sarsan Gangham dansıyla bitirildi. Wimbledon tiyatrosu 1910 da açılmış. Üç kata yayılmış 1670 koltuk, ve 80 sandalyelik özel localar bulunuyor. Medeni ülkelerde kültür ve sanat hem çok pahallı hem herkes mutlaka gidiyor.
Halkı gibi iklimi de kibar olan bu şehrin büyüsünde, hiç Türkiye yle ilgilenmiyorum. Bir ara Sinop gazetesine bakayım dedim ve Buzhanenin, isimleri duyulmuş değerli Opet Grubunun desteğiyle düzenleneceğini okuduğumda yılbaşı hediyesi gibi geldi bana.. Kültür-tarih-geleneklerine bağlı Londra’dan bir kez daha baktığımda, Buzhaneyi ne kadar önemsediğimi bir bilseniz.
Buzhaneyi ilimize, aynı zamanda gelecek nesillere kazandıran Sn Başkan Baki Ergül’ü tekrar kutluyorum, şehrimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
2013”un hepimize sağlık, neşe, huzur ve dünyaya barış getiren bir yıl olmasını

HAMPTON COURT'S SARAYI


H.Çiçeksever — 06 Ocak 2013
HAMPTON COURT`S SARAYI…. .H.Çiçeksever’den..
 
Cennet ve cehennem nerede diye sorduklarında, peygamberimizin verdiği cevap şu olmuş :” gece ve gündüz nerede?” Şimdi size cennetten yazıyorum.
Yazmaktaki tek amacım: biz ölürüz görmeyiz ama gelecek nesiller için umarım AKLİMAN ve SARIKUM Londra parkları gibi gelecek nesillere huzur verecek parklar olarak yaşatılması. Hayali bile güzel çünkü elimizde imkanımız var, ya olmasaydı? İnsanoğlu nefsine uymasa, bindiği dalı kesmese hepimiz cennette yaşayacağız. O nedenle nefsi değil beyni büyütmek lazım!.
Medeniyet gelişmiş beyinler demek, medeni ülkelerin parkları ünlü. Çünkü beynin ilacı doğal alanlar. New York`un göbeğindeki Central Park`ı gezerken hissettiklerim adeta meditasyon gibiydi. Norveç Vigeland Park ise 35 yıllık ömrüne inanılmaz eser sığdıran insanin insanlık hikayesiyle bütünleşen doğayla çok şey anlatıyordu. Danimarka ise Avrupa da ilk gördüğümüz parklar olarak bizi cok etkilemişti. Endülüs`te ise İslamın Avrupa ya getirdiği park kültürü etkileyici olduğu kadar parklar bu metropollerin adeta birer hazineleri. Londra`ya sık geldiğimiz için yaşam alanımız içinde hep parklar bulunuyor. Daha önce Kew Garden denilen muhteşem parktaki konserden yazmıştım.
IMG_0216IMG_0224IMG_0230IMG_0242
Bildiğiniz gibi Hyde park dünyaca ünlü. Orada bir iki dakika gözlerinizi kapatıp kalmak cennetin ta kendisi. Her zaman parkta ilginç bir etkinlik görmek mümkün. On yıldır parkların keyfini dört mevsim yasama şansım olmasına rağmen, o yeşilliklere peysaj düzenlemelerine doyamıyorsunuz.. .
uzum (1)IMG_0253IMG_0233üzümün-kökü
Bugün Kıbrıslı arkadaşlarım beni Hampton Court`ta yemeğe davet ettiler. Arkadaşlardan birinin dördüncü kızı bu sarayın bahçesinde The garden Room`da evlenmiş, töreni zevkle anlattı. 10 derece soğuğa rağmen park çok kalabalıktı. Yürüyüş yapanlar, gezenler. Buz pateni yapanlar, yemek yiyenler, salıncaklara binenler..Bu ülkede hava hiç önemli değil insanlar sürekli aktivite içindeler. Resimler size pek çok şey anlatacaktır eminim. Bunlar kış resimleri bir de bu parkın bahar aylarındaki renkli halini düşünün tam bir cennet!
Hampton Court`s hakkında internetten bilgi alabilirsiniz ama en etkileyici olan resimde kökünü göreceğiniz, 2005`te Guinness rekorlar kitabina giren üzüm 1769`da ekilmiş. Hala koruyorlar. Doğayla bebek gibi oynuyorlar.
Ülkemizin betonlaşmadan kurtulması dileğiyle, yeni yılda yeni bir ümitle

LEVENT KIRCA ve MİZAH


H.Çiçeksever — 15 Ocak 2013
LEVENT  KIRCA  ve MİZAH..H.Çiçeksever’den
 
Londra’dan gelir gelmez ayağımın tozuyla, kış kıyamet demeden bugün Levent Kırca’nın kitap imza gününe gittim. Beşiktaş Kabalcı Kitapevi’nin  Amerika’daki  kitapçılar gibi,  hem kafe hem kitapçı konseptindeki hoş bir bölümünde masa hazırlanmıştı.  Kendi gibi kitabının ismi de insanı güldürüyor: “Önüm Arkam Sağım Solum Dönek.” Değer verdiğim bir sanatçı olmasının yanında  Samsun’lu olmasının yakınlığıyla ilk defa kitabı imzalatan ben oldum. Eve dönünce bir solukta okudum ve  gülmekten kırıldım. Aynı jenerasyondan olmamız pek çok ortak yaşanmışlıklarımızı  dile getirmesi beni çok eğlendirdiği gibi sanatçının ne kadar ilkeli ve dürüst bir insan olduğunu tanıdığımda  bu  insanların bitmediğini görmekle ümidim tazelendi.
Gerçekten her türlü zorluğa rağmen sanat yapmak, ilkeli bir sanatçı  olmak hele bu ülkede kolay bir iş değil.  Halkın gönül tercümanı olan siz sanatçılar  olmasanız biz ne yaparız dedim, yanındaki bey; “yalnız kalırdık” diye cevap verdi. Wimbledon’da daha birkaç gün önce Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri oynayan Priscilla Prisley’in oyunundan sonra bizim sanatçıların mücadelesini görünce insan bir iç geçiriyor inanın. Ve kendisine Wimbledon tiyatro biletimi kitabımla birlikte armağan ederken dedim ki; bunlar masallarda yaşıyor sizler nelerle mücadele ediyorsunuz.
nm-arkam-sam-solum-dnek634029levent kırca- berna çiçeksever
Mizah; “bir şeyler aksamaya başladığında ortaya çıkar” diyen L.Kırca,Samsun’lu öğretmen bir anne ve ressam bir babanın oğlu.  “Bir  zamanlar sözün senet olduğu ülkemizde bugün sözler yerlerde sürünüyor. Kimsenin sözüne güvenilmiyor. Dahası ortalık döneklerle dolu.Ülkemizde artık söz gümüş sukut altın değil. Sukut korkaklık, söz kelle pahasına. Ne mutlu doğru bir söz için kelle verme cesareti gösterenlere diyen  sanatçı; 46 yıllık sanat hayatı boyunca gözlemlediklerini, deneyim ve düşüncelerini sanatçı sorumluluğuyla okurlarıyla paylaşıyor.
Kitabından ilk öğrendiklerim komik lisanıyla Sandviç kelimesinin doğuşu. Politikacıların dilimizi kötü kullanması, yaşadığı polis-kanun işleri  beni bir hayli  güldürdü. Demirel ve Özal’ın sanatçıya olan hoşgörüsü  takdire şayan. Ve bu insanlar her şeye rağmen dürstlükten ayrılmadan, yaratıcı, üretici, sosyal sorunları dile getiren sanat yapmak yolunu seçiyorlar. Gerçek sanat bu işte.
Çok eğleneceğiniz bu neşeli kitabı  tavsiye ediyorum. Mizah zeka işidir, akıllı insanı güldürmek ise kolay değildir. İyi ki varsınız Levent Kırca, çok ve hoş  yaşayın! Allah enerjinizi eksik etmesin

GÜLÜMSEME-MİNE ARASAN


H.Çiçeksever — 19 Ocak 2013
GÜLÜMSEME-MİNE ARASAN..H.Çiçeksever’den…
  “Yalansız, dolansız,doğal dünyamdan, güzel insanlara merhaba…”diyor ressam Mine Arasan.
Taksim-Beyoğlu, Durakistanbul Sanat Galerisinde, Collection Clup’dan  arkadaşımız Mine hanımın  GÜLÜMSEME adını taşıyan sergi açılışındaydık. Ressamlardan oluşan renkli bir kalabalıkla sohbetler, tanışmalar  neşeli geçti.
Dokunduğu her şeyi resme dönüştüren, hayata bir çocuğun gözleriyle bakan Arasan, mutluluğun resmini yapıyor, şiirini yazıyor. Dostluğu da bir çocuk kadar içten, cıvıl cıvıl bir arkadaşımız.
mine arasan753
Pek çok kuruluşa sanat danışmanlığı yapmış, çocuklara resim dersleri vermiş, pek çok ödül kazanmış,sevgi ve sanat üzerine yazılar yazmış,yurtiçi ve yurtdışında sergiler açmış çok yönlü, çok renkli  bir sanatçı.
Türkiye genelinde hastanelerin çocuk polikliniklerinin duvarlarına hasta çocuklarla resimler yapmış, yurt dışı ve yurt içinde pek çok koleksiyonlara eserleri girmiş bulunan Mine hanımın, “Çizgiden Söze” ve “Aşk Yüreğime Dokundu” isimli şiir kitapları bulunuyor. Çalışmalarını İstanbul ve Bodrum’daki atölyelerinde sürdürüyor.
“Aşk Yüreğime Dokundu” kitabından birkaç satır sizler için;
*Vazifem;İyilikleri,
Fotokopi ile çoğaltıp
İnsanların yüreklerine dağıtıyorum…
*Selam Olsun; İyilikleri birbirine bağladım,
Sevgi düğümü attım
Barış pulu yapıştırdım zarfa
Dünyaya postaladım…
*Çilingir; Arsız yalnızlık
Habersizce yine girivermiş evime
Oysa kilitlemiştim kapıyı
Biliyorum,
Mutluluğuma taktı kafayı….

AŞKIN RENGİ SİYAHTIR


H.Çiçeksever — 25 Kasım 2012
“AŞKIN RENGİ SİYAHTIR”…H.Çiçeksever’den..
 
Aperion Art Galeri’de Selin Melek Aktan’ın muhteşem renk cümbüşü içindeki tablolarıyla süslü ortamda aşk-kadın-intikam konuşuldu.
“Hayatın delinmiş tabanından kanıyor halk..” diyen sosyal sorunlara gönül vermiş bir devrimci, yazar Namık Kuyumcu son kitabı ; “Aşkın Rengi Siyahtır” ile karşımızdaydı.
Aşkın rengi neden kırmızı değil de siyah diye  ben hemen sözünü kestim. Oradan bir şair dedi ki; aşka “Kara Sevda” denmiyor mu?
Aşkı doğuran, besleyen, yaşatan ve öldüren etmenler yok mu? İşte bu etmenlerden de bağımlı ve bağımsız olarak bahsediyor yazar; zaman, kuşatılma, bekleyiş, ayrılık, umut, barış, yenilgi, vefa, farklılıklar, yalnızlık, aldatmak, şaka, empati, masumiyet, anarşizm, mutsuzluk, kadın, yüzleşme, mektup, siyah, siyah, siyah gibi…  Ve tabi ki tüm bu kavramlar karşıtlarıyla irdeleniyor.
Kadın ve aşk… Aşkın kadındaki kalıcılığı ve erkekteki gidiciliği… Bu yüzden belki de aşkı daha çok kadına yakıştırıyor; ‘aşk kadındır’ diyor yazar. Genellemeler ne kadar yanlış da olsa kadın ve erkeğin yaradılışları farklı. Bu farkları dönüştüren, dengeleyen kadınlar ve erkekler sayesinde mi umut edilir aşka ve dolayısıyla yaşama?
            Yazardan alıntı cümleler:

  “Ölüm ve aşk…. İnsanlar belki de soysuz ve alçaklıklarla bezenmiş tarihlerinden, sadece bu ikili sayesinde eşitlenebilir, bu ikili sayesinde bir başka türlü özgürleşirler.”
“Yeryüzünde bu kadar çok konuşulup da bu kadar az yaşanan hiçbir şey yoktur belki.”  İşte kitabı farklı kılan da karşıtlıkların geliştirici hareketiyle yazılmış olması. Yazar ; 12 Eylülde tutuklanmış koyu bir devrimci,
                       “Yaşamı kodlayan ve değişimi de durmadan tekrarlamaya kurulmuş zamana karşı, bir diyeceği olmalı farklı insanın… Bir yapacağı. Başka türlü bir yapacağı… Başka türlü bir anlatacağı. Başka türlü bir yazacağı olmalı… Olmalı…” Bu farkın aşkla var olduğunu belirtiyor yazar; değişimden yana olan aşk geçerli tüm yasaları ve uygulamaları değiştirmekte.
    “Aşkın Rengi Siyahtır” bu tüketim çılgınlığı içindeki yerimizi de sorguluyor ve çözümler de öneriyor kitabın son bölümünde yer aldığı gibi: “Sözün, anlamın ve söylemenin sahiciliğiyle, çürüyen yerlerimize dokunmalıyız içtenlikle! Tümüyle eşit buluşmalarla, temize çekmeliyiz kendimizi!…”
            Söyleşiden çıktıktan sonra Nişantaşı’ndan Beşiktaş’a yürüyerek indim, Beşiktaş heykelinin önünde bayraklarla büyük bir kalabalık, sloganlar atıyor. Konu son günlerdeki siyasi olaylar. Gençler  başka ülkelerin yüksek refahı için ölmek değil,  vatanları için yaşamak istiyorlar ellerindeki kırmızı bayraklarla.

Bugün aşkın rengi siyah,  başkaldırının ve adaletin rengi ise kırmızıydı.

10. YIL SERGİSİ


 

H.Çiçeksever — 17 Kasım 2012
10.YIL SERGİSİ…..H.Çiçeksever’den..
 
Beyoğlu’nun  her zamanki gibi insanı etkileyen  tarih ve enerji  dolu atmosferinde, güzel  bir akşam üstü , eski PTT binası olan tarihi yapı bize  kapılarını açıyor, yıllanmış koleksiyonlarımıza ev sahipliği yapıyordu.
Ülkemizde koleksiyon kültürünün tanınması ve yaygınlaşmasına hizmet amacıyla kurulan Collection Clup, 10. Yaşını kutlamak için bir sergi düzenledi.
                Geçmişin değerlerini geleceğe taşımak sloganıyla  çalışmalarını sürdüren klüp, 15-30 Kasım tarihlerinde Beyoğlu, Galatasaray Üniversitesi Kültür Sanat merkezinde 35 üyenin katılımıyla özel sergide  biraraya geldiler..
Açılışta bizi yanlız bırakmayan dostlarımıza başta, Kurumsal Koç Emine Hatipoğlu olmak üzere herkese teşekkür ediyorum.
 Collection Clup davetiyesiemine hatipoğlu
                Bu yıl içinde kaybettiğimiz, Collection Club’ün kurucu üyelerinden koleksiyoner, yazar, araştırmacı, turizmci değerli insan Kemal Suman serginin özel bölümünde  Collection Dergisine yayınlanan bazı yazılarıyla yer alıyordu. Aynı bölümde ise, Turgut Göksoy fenerleriyle, Hilmi Nakipoğlu fotoğraf makineleriyle ve ben Türkiye’nin ilk kahve koleksiyoneri olarak  “Kahve Kültürü”  konulu birikimlerimle  aynı mekanı paylaşıyorduk.
                Eski fotoğraflar konusunda değişik  ve ilginç bir  diyor ki; “Cumhuriyet Dönemine ait konu seçen Doç. Dr. Adem Köşlü , arşivimden seçtiğim fotoğrafların ilginç yanı- Foto Rus, Foto Fransız, Foto Alman, Foto Amerikan- etiketleri taşıyan fotoğraflar, ürünlerine yabancı isim verme merakının eski birer temsilcileri konumundalar.” Diyor.
                 Cumhuriyet Dönemi Şapka koleksiyonuna sahip  olan Yavuz Balkan bu sergide Gelibolu’nun silinmeyen izleriyle yer alıyordu.
                Diğer katılımcılar; Para keseleri, hamam takunyaları,mühürler,  kapı tokmakları, fenerler,kibrit kutuları, piyango biletleri, fotoğraf makinaları,saatler, bebekler,oyalar,flatelik panolar,yabancı plaklarda Türk eserleri,sigorta poliçeleri,deniz kabukları,kadın temalı kartpostallar,rozetler,imzalı kitaplar ve edebiyat efemerası şeklinde vitrinlerde yer aldılar.
Gelecek nesillere kalıcı işler bırakmak adına yapılan çalışmalar psikolojik doyum veren bir durumdur.
             
                Atatürk der ki; “Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulanabilir.”

NİÇİN YAZIYORSUN


H.Çiçeksever — 09 Ekim 2012
NİÇİN  YAZIYORSUN?..H.Çiçeksever’den..
 
Edebiyatın her alanında sanatçı kendini rahatsız eden  toplumsal ve kişisel sorunları dile getirerek onlardan kurtulmak ister diyor bir düşünür.  
Emekli tarih öğretmenim Şükrü Aydın, hayatını kütüphane , cami  ve deniz arasında geçiriyor. Duyarlılığını yazdığı kitaplarla dile getirmiş ama kimse okumuyor diye yakınıyor. Bugün  bir göz gezdirdim ve hatırlanmak adına bazı paragrafları yazıyorum:
            “ Şunu rahatlıkla diyebilirim ki, bu ülkenin insanları kahveleri bırakıp kütüphanelere kitap okumaya koşmadıkça ,
Güneşin sıcağında kumsallarda güneş banyosu yapmadıkça asla medeni olamazlar.”
Sinop’u gerdanlığa benzetmiş diyor ki; Gerdanlık hanımların en anlamlı ziynetidir. İşte bu ziyneti yaratan Sinop’u Türkiye’nin en kuzeyine koymuş öyle kolay gidilen, erişilen bir yer değil, özel gideceksin.
Böylece güzel Sinop için A.Muhip  Dıranas  derki; “bana bir yer seç deseler Sinop’u seçerim “.
Rıza Nur der ki; “Dünyada çok memleket gördüm , yeryüzünde İstanbul kadar güzel bir yer yok. Ondan sonra memleketim diye demiyorum Sinop güzeldir. Ben haziran ve Temmuz aylarında Meydan Eteğinden güneşin seyrine bakmağa doyamadım.
İlyas Tunç güzel şiirler yazıyor, soruyorum sanatçı nedir diye diyor ki;
“Sanatçılar, ince ruhlu olabilir; doğrudur. Ama, ince ruhluluk yalnızca sanatçılara bahşedilmiş bir şey değildir. Ruh inceldikçe kopuyor; yani kendini toplumdan soyutluyor. Bu anlamda sanatçılar kendine sürgün insanlardır. Maçoluk daha popüler bir durumken ruhu inceltmenin mantığı ne! Kendi yurdunda sürgün gibi yaşamak mı?
Sinop, çarpık ve çirkin beton yığınları arasında tarihsel dokusu kaybolmuş bir kent. Yine de bir zamanlar Tarzan Kemal’in, Sinoplu Diyojen’in, Ahmet Muhip Dranas’ın gezindiği yerlerde gezinmek insanı etkiliyor olmalı. Dolayısıyla, bu kentin doğal güzelliği, önemli figürleri şiir ve yazılarıma yansımıştır.
Şaire sormuşlar:
-Yazdığın şiirlerle ekmek alabiliyor musun?
-Hayır!
-Peki, niçin yazıyorsun?
-Hep ekmekle yaşanmaz ki!
Yurttaşları hep ekmekle yaşanmayacağının farkında olan bir ülke daha demokratik daha kültürlü, daha uygar bir ülke değil midir!”

AYANCIK VE BİR USTA BİR ÇIRAK


H.Çiçeksever — 01 Ekim 2012
BİR USTA, BİR ÇIRAK  VE  AYANCIK..H.Çiçeksever’den..
 
Türk Kadınları Kültür Derneği, İstanbul Şubesi olarak bu bursların idame ettirilebilmesi ve yeni bursiyerlerin alınabilmesi maksadıyla 22-28 Eylül 2012 tarihleri arasında TBMM , Milli Saraylar desteğiyle Saray Kolleksiyonları Müzesi’nin Dolmabahçe Sanat Galerisi’nde, eserlerini eğitim bursları yararına bağışlayan iki kıymetli sanatçı Javad Soleimanpour ve talebesi Lütfiye Batum’un  “Bir Usta Bir Çırak” pastel resim sergisini büyük beğeniyle gezdim. Bir günde birkaç program olunca açılışa gitmedim öğlenden sonra gittim. Çünkü oradan çıkıp hemen binanın yanından Kadıköy vapurlarına binerek karşıya geçtim. Kadıköy İskelesi Sanat Galerisinde Ayancık Fotoğrafları sergisinin açılışına yetiştim.
ayancıkayancıkayancıkayancıkayancıkayancık
Ayancıklılardaki memleket sevgisinden , birbirlerine olan candan bağlarından,  başta Prof. Dr. Azmi Hamzaoğlu olmak üzere yetiştirdiği değerli  evlatlarının sanata  katkılarından etkilenmemek mümkün değildi.
Ayancıklılar sergiye katılan coşkulu ve şık kalabalık ve eski Ayancık yaşam  fotoğraflarıyla birlikte  Atatürk Türkiye’sinin güzel yüzünü başarıyla temsil ediyorlardı.
Sergide tanıştığım Semra Kılıç hanım ise Sinop Kuruçeşme sokaktaki evini belediyeye bağışlamanın ve gelecekte yapacağı işlerin mutlu heyecanı içindeydi. TRT’de belgesel yapımcısı Ayancıklı Neşe hanım ise sergiye bağış olarak Ayancık belgeseli hazırlamış.
Javad Soleimanpour; 1965 yılında Tebriz doğumlu.Tebriz Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde danışmanlık yaptı. 1978’de ilk sergisini başarıyla tamamladı. Saadabat Sarayı Müzesi’nde dünyaca ünlü resimlerin kopya çalışmalarında bulundu. 1993 yılında katıldığı uluslar arası yarışmada birincilikle ayrıldı.
Sanatçı, 2009 yılında Amerika tarafından düzenlenen Pastel Boya Resim sergisinde 11 bin eser arasından birinci seçilerek resim kariyerinde büyük bir başarı kazanmış. 1997 yılından beri Türkiye’de çalışmalar yapan İran’lı sanatçı Javad  50 ye yakın sergi açmıştır. Kadıköy’deki Seven Sanat atölyesinde dersler vermektedir.
1949 doğumlu Lütfiye Batum 1969 senesinde Kayseri’de bir makine nakışı atölyesi kurmuş ve 1976 senesine kadar pek çok talebe yetiştirmiştir. 2006 senesinden beri hocası J.Soleimanpour’un atölyesinde pastel boya resim çalışmaları yapmaktadır. Sanatçının ilk sergisidir.
Lütfiye hanımın resim sevgisi içindeki insan sevgisi gibi coşkulu! Bu duyguyla Açılışta tümünün satıldığı   bütün tablolarını  TÜRKKAD yararına  hediye ediyor.
İnsanlığa faydalı işlerle zamanını değerlendiren bu insanlar kutluyor, çoğalmasını diliyoruz.

NEŞET ERTAŞ


H.Çiçeksever — 27 Eylül 2012
NEŞET   ERTAŞ…H.Çiçeksever’den..
Gönül tellerimizden biri koptu!
Garip Bülbül artık ötmüyor, Gönül dağı yıkıldı!
Devlet sanatçılığını, “ben halkın sanatçısıyım” diye kabul etmeyen büyük adam, mütevazi insan, sevilen büyük ozan  dün devlet töreniyle 74 yaşında toprağa verildi.
Gönül tellerimizi titreten, duyan, hisseden, üreten, aşka yükselmiş insanlar kolay yetişmiyor.
Yaşayacak bir efsane Neşet Ertaş.Yaklaşık 40 yıl sazı ile sözü ile gönülleri dağlayan bir efsane.Ayaklarını bastığı bu topraklardan aldığı güçle sesini ötelerin ötesine duyuran bir sanatçı.
Ozan Ertaş 1938′de Kırşehir’in Kırtıllar Köyü’nde Döne’den doğma Muharrem Ertaş’ın oğludur.  Kendi deyimiyle “15′ten 73′e bu kadar yıldır tek başıma gurbetteyim.”  Hatta o kadar çok gurbette ki, babası (en az kendisi kadar meşhur bir halk ozanı) Muharrem Ertaş’ın ölümüne bile yetişememiştir. Ölünceye dek içinde yara kalmış.
Neşet Ertaş okula gitmemiş, hiç kitap okumamış, nota bilmeyen bir halk ozanıydı.  Ama türkülerinin her biri insanın gönül tellerini titreten cinstendir. Aşkın yükselişini ifade eden  ”Gönül dağı” kavramını çok sever ve  işler türkülerinde.  O, Türk Halk Müziğinin Himalaya Dağıdır.
Bir zamanlar “Garip” mahlasıyla koşma türünde Şiirler yazmış çünkü kendisini hep öyle görmüş, öyle tanımlamış: “Bir Garip Neşet Ertaş.” Kırşehirli Abdallar onu “Toplumun örnek alınmaya layık en gözde kişisi” kabul etmiştir. Bozlak ustasıdır Neşet Ertaş ve onun sazından dökülen müzik ile can bulmuştur Karacaoğlan, Agahi, Nesimi gibi bir çok aşığın şiiri.
“Hayatta bir dikili taşım olmamıştır” diyen halk ozanına,  “Mırıldandığımız her türkün senin için ebediyete kadar yaşayacak  bir dikili taştır.”
Konser salonlarında gözü yaşlanmayan tek kişi bulmak mümkün değildir. Ben onun Gönül Dağı şarkısının söz ve müziğini hem çok etkileyici hem çok anlamlı bulurum, hayranlıkla dinlerim.
Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca, Akar can özümde sel gizli gizli
Bir tenhada can cananı bulunca, Sinemi yaralar yar oy oy
Dost elinden gel olmazsa varılmaz, Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, Gönülden gönüle gider yar oy oy
Yar gizli gizli…
Nur içinde yat bir garip Neşet Ertaş

SERGEN BİRİNCİOĞLU


H.Çiçeksever — 04 Ağustos 2012
SERGEN BİRİNCİOĞLU..H.Çiçeksever’den
 
Soyadı sanki bilerek verilmiş  gibi, bir başarı öyküsü.
“Hayatta tam zevk ve mutluluk, ancak gelecek nesillerin şerefi, varlığı, mutluluğu için çalışmakta bulunabilir” Atatürk
İşte gelecek nesillerin başarısına  mutluluk verici bir örnek:Sergen Birincioğlu
Dün akşam bizim bahçede , Özden, Gönül, Nesrin, Selçuk ve ben çaylarımızı Sergen’in şerefine havaya kaldırdık büyük bir neşeyle. Çünkü  Sergen, yarın Lazer Avrupa Şampiyonası için Avusturya’ya uçuyor. Sergen henüz lise öğrencisi. Gençlik enerjisini iyi yöne kanalize etmiş, yaptığı işe gönül vermiş  güzel bir evladımız. Bizim yetişkinler olarak görevimiz: başarılı gençlerin yanında olmak, takdir etmek, moral destek sağlamaktır.
Yaşı 60-70 olduğu halde hayatında hiçbir başarı belgesi bulunmayanların yaşlılıkta bile şahsiyet zayıflığıyla verimsiz ürünsüz yaşadıklarını  görüyoruz. İşte bütün bu olumsuz insan profilinin temelinde yatan çocuk yaşta başarı hazzını yaşamamaktan kaynaklanıyor.
Sergen’in başarıları  adeta  gurur tablosu gibi:
2009 Optimist Avrupa Şampiyonası.8 . Slovenya/Piran
2009 Optimist Takımlar Şampiyonası 2. İtalya/Ledro
2009 Optimist Balkan Şampiyonası  1. Sırbistan/Donji Milonovoj
2009 BMW Ptimist Team Race 1. Almanya/Berlin
2010 28. Garda Meeting Optimist Yarışları 6. İtalya/ Bordo
2010 Optimist Avrupa Şampiyonası  11. Polonya/ Komien Pomarski
2010 Optimist Balkan Şampiyonası  4. Bulgaristan/ Burgaz
2010 Federasyon Kupası Optimist  1. Marmaris
2010 Optimist Türkiye Şampiyonası  1. Bodrum
2011 Lazer 4×7 federasyon Kupası  1. Marmaris
2011 Lazer 4×7 Avrupa Şampiyonası  Hollanda/Workum
2012 lazer 4×7 Avrupa Şampiyonası Avusturya’ya  yarın yola çıkıyor…
Manşallah yaşı küçük ,başarıları büyük bir Sinop çocuğu Sergen, yolun açık olsun! Sinop şehrinin doğal güzellikleri başarıya  olumlu zemin hazırlıyor. Bu şehirde doğmak ve yaşamak bir şans!
Başarılı öğrencileri yetiştiren, onlara hedef koyan ve eli ekmek tutar hale gelmesini sağlayan, şahsiyet gelişimlerine dolaylı katkıda bulunan, fedakar, gönüllü  yelken yetiştiricisi, antrenör Özden Saral’ı da unutmamak , tebrik etmek gerekiyor.