11 Haziran 2015 Perşembe


SADUN BORA

Dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi olan Sadun Boro, 10,5 metre boyunda Kısmet isimli teknesi 1963’te Salacak’tan yola çıkarak,  Üç yıl süren dünya seyahatinin  anıları Hürriyet Gazetesinde yayımlandı. Bu anılar, daha sonra “Pupa Yelken” adlı kitapta toplandı.

 1986 yılında Sinop’a uğramışlardı. Sinop Aşıkları Danimarka’lı dostlarım Soffy &Pala beni aradılar meşhur birinin geldiğini söylediler, hemen Saray Restoran’ta buluştuk. Küçük şehrin nimeti tabi kısa sürede buluşabilmek. Güzel bir akşam geçirdik. Sadun Bora için sürpriz ise neydi biliyor musunuz?

1965’te de Alman asıllı eşi Oda Boro ile beraber dünya turuna çıktıklarında tüm basınımız heyecanla duyurdu. İlk duraklarının Kanarya Adaları olacağı söylendi. Hatta onlara Kanarya Adaları’nda aldıkları ünlü kedileri Miço  seyahatleri boyunca eşlik etmiş ve Miço meşhur olmuştu.

Adaya vardıklarında Türkiye’den resmi erkandan sağ-salim ulaştıkları için tebrik telgrafları çekilmişti, sade vatandaş olarak bir tek benim adım vardı Hürriyet gazetesinde hala saklıyorum.. Söylediğimde hatırladı, gülümsedi, merak etmiştim dedi. Hem şehrinizi hem sizi görmek ilginç oldu dediler.

Hayat anlamlı tesadüflerle dolu, bir halka tamamlanacağı zaman herkes birleşiyor.

 Oğlumun yaşı gereği, o sırada    Kolej sınavları ve İngiltere’ye dil öğrenmek için gitmelerin gündemde olduğu bir zamandı, ne tavsiye edersiniz demiştim.  Eşi Oda Bora bana en yararlı şeyin, lise çağında tren biletiyle Avrupa’yı dolaşmak olduğunu söylemişti. Şimdi ben tecrübelerim sonucunda aynı tavsiyede bulunuyorum.

Batılı olmak, batılı düşünce tarzı, aşmış insanlarla olmak insanın hayatına anlam katıyor.

Bir düşünür der ki;

“alim ile oturan alır mertebe, cahil ile oturan döner merkebe..” 

  Boro ailesi 1977-1979 arasında, o zaman sekiz yaşında olan kızları Deniz’le beraber Karayip Adaları’nı, Amerika’nın doğu sahillerini gezdi. 1980’den sonra Bodrum ve Gökova Körfezi’nde yaşadı. Özellikle Gökova, Göcek, Fethiye gibi güney Ege kıyılarının korunması için çok uğraştı.

 

5 Mayıs 2015 Salı

EDUARDO GALEANO


“Latin Amerika’nın Kesik damarları” isimli kitabıyla tanıdım Eduardo
Galeano’yu. Kitap muhteşem, çok akıcı ve şimdiki Ortadoğunun çilesine benziyor.
Mutlaka okunması gereken bir kitap.

13 Nisan 2015’te dünya bu önemli yazarı kaybetti. Galeano Montevideo'da, orta
sınıf Katolik bir ailede doğmuştur. 14 yaşında ilk politik çizgi romanını, Sosyalist Parti'nin
haftalık yayın organı El Sol'a satmıştır. 1973'te bir askeri darbe nedeniyle Uruguay'ın iktidarı
değişince Galeano hapse atılmış, daha sonra da sürgüne yollanmıştır. Arjantin'e yerleşmiş ve
kültürel bir dergi olan, Crisis'i kurmuştur. 1976'da Videla rejimi, askeri bir darbe ile,
Arjantin'de iktidara gelince ülkeden İspanya'ya kaçtı.
1985'in başında Galeano Montevideo'ya döndü. Galeano 13 Nisan 2015'te saat
08:20'de Montevideo'da akciğer kanserinden vefat etti.
Yazar genel olarak Latin Amerika'daki örneklerden yola çıkarak dünya sorunlarından
bahsetmiştir. Köle ve kadın ticareti ile mütemadiyen artmakta olan suç oranı irdelediği
sorunlar arasındadır. Kitaplarında çoğunlukla gazete haberleri kullanarak örneklendirmeler
yapılmaktadır.
Geçen yıl Sinop’a bol miktarda gelen Curise gemilerinden inen yolculara soruyorum
çoğunluk tanıyor. “Latin Amerika’nın Kesik Damarlarından” pasajlar;
“Gerçeğin ne olduğuna bakmadan onu değiştirmenin sihirli bir formülü yok. Bir şeyi
değiştirmek içinse önce ne olduğunu görmek gerekiyor. Latin Amerika’daki sorun bu. Onu
göremiyoruz, kendimize körüz, çünkü kendimize başkalarının gözüyle bakmaya
şartlandırılmışız.
Latin Amerikadaki sömürgeciler, derebeylerin saltanatı yüzünden, en verimli kıyı
bölgelerindeki yoksulluk karşısında donar kalır. Tezatlar ülkesinde bolluğun, refahın saltanat
sürdüğü yerlerde sefaletin en koyusu kol gezer.şilinin ulusal gelirinin dörtte üçü yabancıların
elinde. Şili’nin etine geçen bakırdan dişler. Ailece aynı yatakta yatan insanlar, su yok, banyo
yok.Venezüella’da petrol üretilir yabancı şirketler alır, halk sefaletle boğuşur. Lüks düşgünü
oligarşiyi besliyor.
Teknolojinin gelişmiş ülkelerden alınması yanlızca ekonomik ve kültürel bağımlılığı
getirmez. Açıkça görülmektedir ki; geri kalmışlık ce cehalet çöllerine modernleşme
vahalarının yerleştirilmesi, azgelişmişliğin hiçbir sorununa çözüm getirmemektedir. Gelişmiş
ulusların maymun gibi taklit edilmesi…Cehaletin egemen olduğu , doğal kaynakların
yabancıların elinde olduğu bu ülkelerde , toprağın zenginliği insanın yoksulluğunu
doğuruyor.”

OKTAY SİNANOĞLU




Türk Einstein’i diye bilinen, dünyanın en genç profösürü,
Türk Kuantum kimyacısı, kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog Oktay Sinanoğlu bugün 19 Nisan 2015 ABD'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi.
Bir yıldız kaydı, Türk milletinin başı sağolsun değerli bir evladını yitirdi.
Oktay Sinanoğlu, Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu'nun Türkiye Başkonsolosluğu'nda görev yapmakta olduğu Bari'de 1943’te doğdu. 1939 yılında İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye'ye döndü. Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.
Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'te Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'te Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.
“Bok mu var Amerika’da Diyarbakır’a gidin” diyen Sinanoğlu, Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savundu. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söyledi.

Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
(1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
(1964) – Çözgeniter kuramı
(1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
(1981) – Mikrotermodinamik
(1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.

Kitapları
Göçmen Hamamı
2050'ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası
Büyük Uyanış
Hedef Türkiye
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin
Yeni Bilim Ufukları I
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü 

12 Nisan 2015 Pazar

DIMDIZLAK - Levent Kırca




Halkın gönül dilinin tercümanı, en zor sanat dallarından biri olan Tiyatroya-Tiyatroculara saygı duymamak mümkün değil.
Levent Kırca’nın ifadesiyle; “En güçlü silah Mizah! Mizahla atılan taş yaralamaz, öldürür. Zaten mizah; zayıfın güçlüye karşı silahıdır.” Diyor.
Gerçek bir sanatçı Kırca. Çünkü sanat zeka demektir, aşmak demektir, medeniyet demektir. Sanat toplum için yapılır ama toplumun kültür ve eğitim seviyesine göre anlam taşır. Sanatçı güldürürken düşündüren, uyandıran insan demektir.
Levent Kırca diyor ki; “Bizler Nasrettin Hoca’nın torunlarıyız. “Türk Mizahı” diye bir mizah vardır ve dünyada tektir.”
Londra’daki asırlık Tiyatro binalarına bakıyorum, bir de Levent Kırca’nın borç ve sponsor aracılığı ile Kadıköy’de 6 katlı bir apartmanın kalorifer dairesinden yaptığı tiyatro salonuna bakıyorum. Düşünmek, üzülmek, geleceğe acıyarak bakmakla yetinebiliyor insan.
Popüler kültür, Amerikan tercümanı şakalar mizah değildir. . Kırca’nın tabiriyle; “görev yapmayan güldürü, mizah değildir, laubaliliktir, sululuktur.” Derken doğru söylüyor. Aptalları oyalamak için yapılan boş işlerdir. Oysa Sanat, sanatçıyla, alnında ışığı ilk hisseden insanlarla yapılan bir iştir. Gerçek sanatçı zeki, alnında ışığı ilk hisseden, kültürlü, bilinçli, toplumunu paradan, çıkarından önce düşünen insandır.Levent Kırca’nın yayınlanmış köşe yazılarından oluşan bir oyun Dımdızlak. Kırca’nın çocukluğundan başlayan okul, askerlik, anıları Ankara’ya ilk gelişi 27 Mayıs ihtilali, Özal’ın benzeriyle, bale gösterisi, Zeki Müren benzeriyle süren ve günümüzle sonlanan 11 ödüllü bir oyun.
Oyunda "Hoşgeldiniz" diyerek sözlerine başlayan Kırca, şöyle dedi: "Siz burada karşınıza geleyim diye beni bekliyordunuz. Ben de perdenin arkasında sahneye çıkmanın zamanını bekliyorum. Bir taraftan Atatürk'ün öğrettiği Türkçe ile dua ediyorum. Yukarıyla anlaşmak için Arapçaya ya da Osmanlıcaya ihtiyaç duymuyorum. Çünkü benim her şeyi bilen yüce rabbim Türkçeyi mi bilmiyor kardeşim diye de düşünüyorum." Sinevizyon eşliğinde, 25 yıl TRT’de gösterilen 'Olacak o kadar' adlı televizyon programından da kesitler sunan Kırca, Sezen Aksu ve Yavuz Bingöl için fikirlerinden dolayı 'döneklik' suçlamasında bulundu. Sinevizyon’da, eski alaturka tuvaletten yaptığı masasını gösterdi, ilginç bulduk.
“Önüm Arkam, Sağım Solum Dönek” ve “Habudiyar” kitaplarını aldım acınacak halimize gülerek okudum

4 Nisan 2015 Cumartesi

AKİHİTO’NUN DOĞUMGÜNÜ


12 Aralık Cuma saat 19:00’da İstanbul’da bulunan Wyndham Grand Hotel’de Japonya İstanbul Başkonsolosluğu’nun düzenlediği İmparatorun Doğum günü resepsiyonuna davetliydik.
Resepsiyon odasına yerleştirilen dev ekranda yer alan Japonya İmparatoru ve İmparatoriçenin  hayatı, günlük yaşamı gösterildi.
125'inci İmparatoru Akihito'nun  81. doğum günü nedeniyle gecede Japonlar son derece nazik ev sahipliği yaptılar. Choya erik likörünü çok beğendim. Bol bol nefis suhi ve balıklar ikram edildi.
Japon Kültürünü tanıtmak için Türkiye’ye gönderilen Japonya Kültür Müsteşarlığı’ndan görevlendirilen Kültür Değişim Elçisi Keiko Hirano, kendisinin uzun senedir anlatılan “Ertuğrul Fırkateyni Faciası”’ nın şehitleri ve kurtarılıp Türkiye’ye dönenlerin akrabaları ve İran-Irak savaş sırasında Tahran’daki Japonları Türk Havayolları özel uçağı ile kurtaran pilot, kabin memurları ve aileleri ile yakından tanıma fırsatını yakalamıştır.



JAPON GECESİ



21 Ekim 2014
Türk Japon Vakfı ve Japonya Büyükelçiliği tarafından Japonya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'nun katkılarıyla organize edilen gece, İş Sanat Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Çok sevgili dostlarım,  Gül Sadıklar ve Ece Sadıkların nazik davetiyle katıldığımız bu geceye  Mehmet Haberal'ın da aralarında bulunduğu  800 kişi  katıldı. 
Türk Japon Vakfı Başkanı Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar "Japonya bizim gerçek dostumuzdur. Japonlar Türkiye'ye çok büyük altyapı ve üstyapı yatırımları getirdiler diyerek çalışmalarını anlattı.
Türkiye-Japonya diplomatik ilişkilerinin başlangıcının 90. yıl dönümü kapsamında düzenlenen "Türk-Japon Dostluk Gecesi"nde, Japon koto sanatçısı Atsuko Suetomi ve kanun sanatçısı Göksel Baktagir konser verdi. 
Türk Japon Vakfı'nın, gerçekleştirdiği etkinliklerle iki ülke dostluğunun merkezi haline geldiğini vurgulayan Yokoi, şunları kaydetti:
Bu yıl Türkiye-Japonya ilişkilerinin 90. yılı ancak Japonya ve Türkiye arasındaki ilişkiler Ertuğrul fırkateynine kadar uzanmaktadır. 125. yıl dolayısıyla birçok etkinlik yapılacak. 'Ertuğrul' isimli film çekilecek.  Japonya ve Türkiye arasında benzeri bulunmayan bir dostluk var."
Ziya Şakir’in İmparator Mikado eserinin yayıncısı Fatma Yargıcı ile bu gecede tanıştık.
26 Ekim 2014, Japon Festivali
Baltalimanı Japon Bahçesinde, Türkiye ile Japonya diplomatik ilişkilerinin başlamasının 90’ıncı yılı, İstanbul’da düzenlenen ‘Komşumuz Japonya: Hisset! Dene! Japon Festivali’ ile kutlandı. Japonya İstanbul Başkonsolosluğu’nun ev sahipliğinde ve Daikin’in ana sponsorluğunda gerçekleşen festival; Koto konseri, Bonsai sergisi, İaido gösterisi gibi Japon kültürünü yansıtan etkinlikler ile renklendi.
Kostüm yarışması,  geleneksel Japon çalgısı Koto,  geleneksel ve modern Japon müziklerinden örnekler , Japonya’nın geleneksel Kenjutsu’larından (dövüş-savunma sanatları) biri olan İaido gösterisi ve yaklaşık bir saat süren Çay Seremonisi konukların büyük ilgisini çekerken, mini ağaç sanatı Bonsai sergisi ve workshop’lar, Japonya Tanıtım Standı’nda yer alan Kendama, Janage gibi oyunlar da katılımcılara keyifli anlar yaşattı. Festivalde isteyen konukların isimleri Japonca harflerle yazılarak kendilerine hediye edildi.

JOHNY LOGAN

21 Ekim 2014


Cemal Reşit Rey Konser Salonu muhteşem bir Eurovision gecesine ev sahipliği yaptı. Sunuculuğunu Eurovision’un daimi anlatıcısı, Türkiye'de Eurovision denince akla gelen ilk isim olan, duayen  Bülent Özveren  kitap gibi bilgisiyle sunum yaptı.  İsmi  yazılması unutulan Berna Çiçeksever için; “Berna’cımdan özür diliyoruz” diyerek  taktim etti.
İBB Kent Orkestrası dünden bugüne Eurovision konseriyle CRR’de sanatseverlerle muhteşem bir gece yaşattı. Orkestranın konuğu; 2 defa Eurovision şarkı yarışmasında İrlanda'ya birincilik kazandıran Bay Eoruvision olarak anılan İrlandalı besteci ve söz yazarı Johhny Logan ‘ın da  konuk sanatçı olarak katıldığı konserde  Semiha Yankı’dan “Seninle Bir Dakika”, Sertab Erener’den “Everyway That I Can”, Johhny Logan’dan ‘’What’s Another Year’’ ve ‘’Hold Me Now’’ seslendirildi.
Şef;  Üstüner Büyükgönenç, 
Solistler;  Bülent Tekakpınar, Oya Şar, Berna Çiçeksever Sinem Yalçınkaya, Onur Turan.
Johny Logan’ın  parça aralarında “enişte-enişte” diye başlayan  küçük Türkçe esprileri konsere ayrı bir renk kattı.

30 Mart 2015 Pazartesi

“AĞAÇ GÜZELDİR”- DÜNYA AHŞAP GÜNÜ

Bugün 28 Mart, Nişantaşı’na çıkmıştım, müzik seslerinin olduğu yere geldiğimde, Nişantaşı Sanat Parkı’nda  renkli neşeli  kalabalıkla karşılaştım.  Can Yücel’in söylediği gibi burada herkes müzik diliyle  kendi rengince konuşuyordu.
Biz programın başını kaçırmıştık. Çevremizdeki gençlere nereli olduklarını sormakla meşgulken sahneye Lübnan grubu çıktı, müthiş bir ritim  eşliğinde gençler tempo tutarken harika  bir performans sergilediler.
Şişli Belediyesinin düzenlediği, Geleneksel ahşap enstrümanlar eşliğinde dünya müziği ziyafetinde buldum kendimi. Meksika, Lübnan, Yunanistan, Çin, Kanada, Hindistan, Mali gruplarının özel seçilmiş nefis performanslarını  büyük bir zevkle dinledik.  Hatta Hindistan grubunun sufi müzik parçasındaki ya Ali sözleri, yüksek oktavlı sesi ve enerjisiyle, melodi,  ritim, tempo beni bile dansa kaldırdı.

 Dünyanın evrensel dili müzik, İstanbul’a barış köprüsü müzikle kuruldu diyen Mali heyetinin başkanına Atatürk’ün “Yurtta sulh-Cihanda sulh” sözünü o gürültü arasında anlatmaya çalıştım,  ne anladı bilmem ama sahneye çıkıp ; “Atatürk, barış için müzik diyor” dedi ve alkış aldı.…

Ahşap enstürümanlar, hurdy gurdy, didgeridoo, kora, balafon, djembe, dundun, uilleann, rondador, pipa, morin khuur, conga davulu, alphorn,  gibi müzik aletleri eşliğinde Afrikalının su kabakları üzerine konmuş tahtalarla piyanodan daha mükemmel ses çıkartan enstrümanıyla  konserde  renk, dil, din, ırk ayrımı olmadan müzik aşkıyla sanat diliyle insanlar birleşiyordu. Barış tohumları atılıyor.
“Güneş doğudan yükseliyor!!!''
25-30 Mart 2015 tarihleri arasında “Dünya Ahşap Günü” etkinlikleri  workshopları, Çiftecevizler Parkı açılışı ve Halil Rıfat Paşa Parkı’ndaki fidan dikim etkinliği, 50 sanatçının katıldığı ahşap heykel çalışmaları, “Ağaç İrfan” tiyatro gösterimi gibi zengin bir kutlama programı sunuluyor.

BUKET UZUNER

İstanbul Para Palace Jumeirah Otelde her ay gerçekleştirilen Edebiyat Buluşmalarında bugün; romancı, hikayeci ve gezi yazarı 1955 doğumlu Buket Uzuner  konuktu. Hayatı, deneyimleri, birikimleri ve kitapları üzerine  zengin deneyimleriyle   akıcı konuşmalar yaptı. Önemli cümleler şöyleydi;
*ÇANAKKALE TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ÖN SÖZÜDÜR.” Fazıl Hüsnü Dağlarca
* Uzun Beyaz Bulut-Gelibolu, Türk Tarihi’ nin en önemli zaferlerinden Çanakkale Savaşları’ na 2000′ li yılların bilinciyle ve uluslarası tezleri de ciddiye alarak bakan, epik bir roman.  Yeni Zelanda’nın ilk sahibi olan yerliler, yani Maoriler adalardan oluşan ülkelerine kendi dillerinde Aotearoa yani Uzun beyaz Bulut adını takmışlar. Sonra İngilizler buraya gelmiş ve adanın adını Yeni Zelanda diye değiştirmişler. Romanın kahramanlarından biri Yeni Zelanda asıllı bir Anzak asker. İşte romanın adı UZUN BEYAZ BULUT-GELİBOLU bu anlamda bir siyasi şifredir.
*Türkçe Ural-Altay dil gurubundandı, ayırdılar!   Hint ve Çin grubuna aldılar. Türkçe çok hümanist, demokrat  bir dil, erkek-dişi-hayvan  ayırmıyor. Mesela “O”. İngilizcede she-he-it vardır. Türkçede tek o kullanılır.
*İYİLİĞİN  bir virüs gibi yayılmalı diyor..
*Atatürk Yurttaşlık kullanmış. Milliyetçilik DNA ve kökle ilgili, oysa yurt=çadır demektir. YURTSEVER  çok demokratik bir kavram. Türkler çadırı nereye kurarsa orayı yurt biliyor.
*Selçukludan öncesi çok güzel! Hala Sibirya –yakut Bölgesinde yaşayan Türkler var. Doğaya o kadar saygılılar ki..Ağacı kesmeden önce ona sarılıp özür diliyor, geyiği kesmeden önce uzun süre onunla göz temasında bulunuyor ve “özür dilerim, ihtiyacım olduğu için kesiyorum” diyor..O milletten bugün nasıl betonlaşan bir topluma geldik diye soruyor?
*Türk Tarihini ilk defa ÇİN kaynaklarından inceleyen Prof.Dr. Ahmet Taşağıl’ın
“KÖK TENGİRİNİN ÇOCUKLARI” eserinden örneklerle  çok etkilendiğini söylüyor.
B.Uzuner, bugün Anadolu'da yaşayan her kültürü derinden etkilemiş kadim Kamanlık (Şamanizm) geleneğinin dört unsuru olan SU, TOPRAK, HAVA, ATEŞ'ten ilham alarak yazdığı yeni romanı UYUMSUZ DEFNE KAMAN'IN MACERALARI dörtlemesinin ilk kitabı 'SU' romanında  doğayı ve yaşamı kutsayan kadim Türk geleneği Kamanlık'a (Şamanlık) selam ederken, okurları hem eko-feminist bir okumaya, hem de 1000 yıl önce Uygur harfleriyle ön-Türkçe yazılmış olduğu düşünülen (Mutluluk Bilgisi) KUTADGU BİLİG ŞİFRESİ ile zihin oyunlarına davet ediyor.

Kutadgu Bilig yazarı Yusuf Has Hacib'in;

"Aklın süsü dil, dilin süsü sözdür. Kişinin süsü yüz, yüzün süsü gözdür."
beyitiyle açılan romanın bir  Kutadgu Bilig'in bilinen üç orijinal nüshasından ilkini Uygur harfleriyle Türkçe yazdığı düşünülen Yusuf Has Hacib’i  de kitapseverlere tanıtıyor.

18 Mart 2015 Çarşamba

ÇANAKKALE 100 YAŞINDA

             “Ölmeden mezara girenlerin refahını yaşıyoruz bu ülkede!!!
            Allah daha nice 100 yıllar nasip etsin, ruhları şad olsun!

Çanakkale Şehitlerimizin 100. Yıldönümünde günün anlamına uygun çalışmaları olan Collection Clup arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi sunuyorum.Her zaman tekrarladığım birşey vardır; Çağın dili SANAT, Öğretmeni Sanatçı olacaktır.Klüp üyelerimizden değerli sanatçı dostumuz Ediz Hun’un bu anlamlı gündeki mesajı şöyle;

YARIN 18 MART !
 TÜRK ULUSUNUN EN BÜYÜK VE MÜSTESNA GÜNÜDÜR.

Sevgili  DOSTLARIM,

Çanakkale Zaferinin 100'üncü Yıldönümünde, bu anlamlı Zafer Gününde; Kutsal Vatan Topraklarını canlarını hiçe sayarak kahramanca müdafaa ederek şehitlik mertebesine ulaşan Aziz Şehitlerimizi minnet ve şükranla anıyoruz.
Kahramanlık Abidesi olan Aziz Şehidlerimiz hissettmelidirler ki, kanlarıyla sulayıp zafere götürdükleri bu kutsal vatan toprakları, ilelebet Türk Ulusu ve Gençliği tarafından muhafaza edilecektir.
Başkomutan Musrafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşlarına, Türk Ordusunun Kahraman Askerlerine, Cepheye durmaksızın Silah ve Cephane taşıyan Kadınlarımıza  ve bütün Türk Ulusuna en içten ve samimi duygularımla bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.
Ediz HUN

"18 Mart Çanakkale Zaferinin 100. yılı münasebetiyle Harp Objeleri Koleksiyon Sergisini açtım.Bakırköy Belediyesi,değerli insan Hilmi Nakipoğlu ve üniversite hocam Sunay Akın beni bu anlamlı günde yalnız bırakmadılar.Bu sergi Mustafa Kemal'e, silah arkadaşlarına ve evlat yitiren tüm annelere adanmıştır..." Yavuz BALKAN.



16 Mart 2015 Pazartesi

EROL BÜYÜKBURÇ


Collection Clup’ın her ay düzenlenen aylık yemeğinin,  Ocak 2015 konuğu Erol Büyükburç’tu. Maalesef Londra’da olduğum için o yemeğe katılamamıştım.79 yaşında vafat eden sanatçı, yaratıcı, yenilikçi ve çok yönlü olan Erol Büyükburç, Türk pop müziğine getirdiği yeniliklerle anılıyor. Elvis Presley tarzı giyimiyle, popüler müzikte kıyafet devrimi getirmiş. “Gül Ayşe” ile anılan sanatçı, Türk Halk Müziğini çok başarılı aranje etmiştir.Sadece bir müzisyen değil, filozof olarak anılan Erol Büyükburç’tan inciler;

“Bizler, Osmanlı Çınarı’nın Atatürk çiçekleriyiz..”
“Elizabeth doğar donu var, eder bir milyon dolar, Sen doğarsın donun var, içi bit pire dolar.”

Adananın iyi bir ailesinde iki dadıyla büyütülen Büyükburç;  futbol takımı şarkıları, çocuk şarkıları, marşlar, kendi hazırladığı kukla karakterleri ve kukla oyunları için hazırladığı şarkılar, TRT için tango emisyonları, yabancı şarkılara Türkçe söz yazıp seslendirir, turistik programlar yapar, resim yapar, vecize yazar, çocuk şarkıları ve iller ile ilgili şarkılarıyla çok yönlü sanatçıdır. En önemli özelliğini en yakın arkadaşı Metin Ersoy şöyle tarif ediyor. “Okyanuslar gibi derin, samimi, eliaçık, gönlü açık, sevecen, çok zeki, işin aslını hemen çözer, saatlerce bıkmadan konuşur, bilgilerini aktarır, hep paylaşır” diyor. Saydıkları bu özellikler gelişmiş insana özgü meziyetlerdir. Ruhsal tekamülün altın anahtarı cömertliktir. TV’de yaptığı bir konuşmasında; “Kızı öldüğünde cenazesine katılmadı, çok sinirli diye eleştirenlere stem ederek diyor ki;

 “ Hayatıma, 33 film, 20 fotoroman, 6 taş plak, 5 long play, 75 tane 45’lik, 9 kaset,
200’e yakın ödül, 1800 beste, yapıp sayısız gazino çalışması ve bir o kadar da turne ile geçmiş, bunları hiç konuşan yok bu nasıl bir anlayış. Kızımın ölüm haberinde kalp krizi geçirdim hastaneye kaldırıldım, hala o doktora gidiyorum.  Bütün bu anlayışsızlıkların yanında yeri gelmiş biraz sinirli konuşmuşum bu gündeme geliyor.”

Değerli sanatçımız bilmiyor ki cahil toplumlar, üretmeyen, düşünmeyen, yaratıcı olmayan toplumlar kendine benzeyen tarafları ele alırlar. Bu durumun yeni örnekleri  face’te paylaşılan, tıklanan, beğenilen konular kişilerin ruhsal seviyesini gözler önüne seriyor.Barış Manço, Özay Gönlüm, Cem Karaca, Erkin Koray, Erol Büyükburç  tekamül etmiş ruhlarsınız, ama ahali ruhsal tekamülde geri, reaktif  ve  immature  beyinler. Sayenizde büyüyecekler. Fazla şey beklememek lazım. Fakat sanatçı duyarlı ve alnında ışığı ilk hisseden insandır.

ÖZAY GÖNLÜM




NİNENİN MEKTUBU VE YAREN  ile hafızalarımızda yer alıyor… Çok değerli, kendi kökleriyle beslenmiş Denizli’li Saz sanatçımız Özay Gönlüm. Ege’nin bereketli topraklarının ruhunu müzikle dile getiren, sevdiren, yaşatan, hissettiren, saf halkın gönül dilinin tercümanı böyle bir sanatçı henüz  bir daha gelmedi. “ÖZAY GÖNLÜM” ismi de yaptıkları kadar derin anlam taşıyor. Nurlarda yat büyük üstad! "Yâren"ini yanına katıp 42 ülkede konserler veren, Özay Gönlüm, 1 Mart 2000 Çarşamba günü, birkaç gündür tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Hastanesi'nde gece yarısına doğru solunum yetmezliğinden vefat etti. Hiç kimsenin beklemediği bir anda neşeli simasını ve türkülerini sevenlerinin anılarında bırakan Gönlüm, Türk Halk Müziği repertuarına da derlediği 1000 kadar ezgiyi bırakmıştı.
1960’larda ülkemizde işsizlik nedeniyle dişlerine kadar kontrol edilerek Almanya’ya sağlıklı giden  insanımızın kendi ülkesinden hiç eğitim-kültür almadan Almanya’da karşılaştığı köksüz değişim ve bunun sonucundan doğan  büyük gurbet acılarının hikayesi bile Özay Gönlüm’ün dilinde tatlıya dönüyordu.
1965 yılında köy köy dolaşıp derlemeler yapmaya başladı. Özellikle Ege yöresinden kendi derlediği ve TRT repertuarına kazandırdığı yüzlerce türküden "Çöz de al Mustafa Ali", "Sobalarında kuru meşe", "Denizli'nin horozları", "Evlerinin önü bulgur kazanı", "Avşar Beyleri", "Cemilemin gezdiği dağlar meşeli", "Tepsi tepsi fındıklar", "Şu dağlar tepe tepe"yi bu dönemde plaklara okudu. Ama asıl satış rekorlarını "Ninenin Mektubu" plaklarıyla kırdı. Onlarca mektubu plaklara okudu. Denizli şivesi ile anlattığı bu hikayeler ve fıkralar çok sevildi. Saz çalıp söylemenin yanına şovmenlik ve taklit yeteneğini de katmıştı. 70'li yılların sonunda esprili kişiliği ve türkülerinin yanı sıra bağlama yapımcısı Cafer Açın'a yaptırdığı "yâren"i ile de ünlendi. Cura, bağlama ve çöğürü içeren bu sazla televizyon, radyo ve konserlerde şovlar yaptı. Derlediği türkülerden bazıları: Cemilemin gezdiği dağlar meşeli, Dam ardıne dolaştım, Elindedir bağlama, Et aldım elim yağlı, Gara gabak kökeni, Osmanım mendili saman sarısı, Şu dağlar tepe tepe, Zobalarında guru meşe yanıyor...akıllarda kalanlar..
Milletimizin manavi tapuları, halkın ruhunun tercümanları sanatçılar olması gelecek kuşaklara ne kalırdı! Geçmişin izi nerede bulunurdu?

7 Mart 2015 Cumartesi

YAŞAR KEMAL



Bu fotoğrafı Türk Yahudi Cemiyeti face koymuş ve altına : "nurlarda yat" yazmışlar.
Yaşar Kemal  Adana’nın  Osmaniye ilçesinin bir köyünde doğmuştur.  Kürt  kökenli Türk romancı, senaryo ve öykü yazarı  Türk edebiyatının en önde gelen yazarlarından biridir. İlk öykü kitabı Sarı Sıcak'ta da yer alan Bebek öyküsü ile ilk romanı İnce Memed, ile tanınmıştır.   İnce Memed, yaklaşık kırk dile çevrilerek yayımlanmış ve kitaplarının yurtdışındaki baskısı yüz kırktan fazladır.  
Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu'nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. Yani köklerinden beslenmiştir.   Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazardır.
92 yaşındaki Yaşar Kemal, sevenleri, okurlarıyla çok büyük bir kalabalıkla İstanbul Teşvikiye Camiinde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu’da toprağa verildi.
Yaşar Kemal’in ölümüyle birlikte kültürümüzdeki  Kemalleri  hatırladım;
Namık Kemal- Vatan Yahut Silistre ile hala hafızalardadır.
Yahya Kemal- Süleymaniye’de Bayram Sabahı ile,
Mustafa Kemal- Türkiye Cumhuriyeti  ile ilelebet yaşayacaktır.
Yaşar Kemal- İnce Memed  ile  daima  anılmaktadır.
Mevlana der ki; “benim mezarımı yerde aramayın, benim mezarım sevenlerin gönlündedir”

28 Şubat 2015 Cumartesi

“SNOWWOMEN” GÖRDÜNÜZ MÜ?


Bizim jenerasyonun önemli ismi Adamo’nun,  1960’larda popüler olan  ; “Tombe la Neige-Heryerde Kar Var “sözleriyle Türkçeye çevrilen şarkısını tam söyleme zamanıydı..

“Her yerde kar var, kalbim senin bu gece..”

Mevsimlerin insan ruhu üzerinde çok büyük etkisi olduğu kuşkusuz. Tabiatı bembeyaz duvak gibi örten karlar  altında tüm insanlar adeta çocuklaştı. Bahçemizdeki  bazı ağaçlar kar ağırlığını taşıyamadıkları için yıkıldılar.

                İstanbul birkaç gün kara teslim oldu. Evinde oturanlar için, Uludağa’dan, Courchevel’den farksız muhteşem güzellikler içinde herkes  mevsimin tadını çıkardı. Barbaros Bulvarında kayak yapanlar, her evin önünde kardan adamlar…insanlar sanat ve yaşam enerjilerini tazeledi. Fakat kardan kadın’ı ilk defa gördüm. Manken komşumuz genç bayan müthiş güzel bir ‘snowwomen’ yapmıştı. Sanat ruhu !

“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir”

 İstanbul’un görmeyeceği kadar bol yeşillikler içindeki sitemizden 30 cm. bulan kar manzaraları..






27 Şubat 2015 Cuma

ORTAK KÜLTÜR

                Her yeni yıl yeni bir  coşku, yeni bir  heyecan olduğu kadar, sonbahar yaprakları gibi birer birer savrulan yıllar  ömrümüzden çalıyor…Küçükler büyüyor, büyükler eksiliyor…

                Yılbaşı kutlamak yasak diyerek dünyayı ikiye bölenler, mutluluğu paylaşmasını bilmeyenler. Yeni yıl tüm dünyanın ortak bir takvim hesabı. Tüm insanların ortak heyecanı, çünkü birlikte bereket var, enerji var, huzur var, yaşam sevinci var!…Neden tüm ritüeller hep topluca yapılıyor. Bence yılbaşı dünyanın ortak bayramı, ortak kültürüdür!

                Mesele; Düşünmek, idrak etmek, anlamak, görmek, yorumlamaktır.

“Düşünmek bin yıllık ibadetten hayırlıdır, alimin uykusu cahilin ibadetinden hayırlıdır” diyen son dinin temsilcileri olarak bilgiyi çoğaltmak evrensel bakış açısına ulaşmak gerekiyor.

                Yedi yıldır her yılbaşı Londra’da  sevdiklerimle birlikte olmak, iki bin yıllık şehrin insan ruhuna uygun dokusuna çok yakışan süslemeleriyle yaşam enerjisi buluyorsunuz. Güzellikler güzel ruh Allah'ın istediği şeyler. Güzel hisseden güzel düşünür. Çünkü büyük akıllar; Allah'ın yeryüzündeki işaretleridir.

                Dünyanın evlilikler ve çağın nimetleriyle birbirine bu kadar yakınlaştığı, din-dil-ırk gözetmeden birleştiği son yıllarda ortak kültür doğmak zorunda. Bunların başında evrensel olarak Yılbaşı- Zekat Kültürü- Doğum günü-23 Nisan Çocuk Bayramını çok çok önemsiyorum. Çağın bu birliğe doğru yol aldığını  görüyorum.

                Kültürlerin yaşayabilmesi için o kültürü cazip hale getirmek, her çağa uygun ruh katmak gelişmişlik göstergesidir. Her millet gelenekleriyle kültürüyle var olmaktadır. Çağa ayak uyduramayan kültürler yok olmaya mahkumdur.


4 Şubat 2015 Çarşamba

JOAN MIRO

23 Eylül-29 Şubat Sabancı SSMüzesinde sergilenen John Miro sergisini geziyoruz.
Sakıp Sabancı Müzesi, senelerdir üstlendiği, sanatseverleri sanat tarihine damga vurmuş isimlerle buluşturma misyonunu boğaz kıyısındaki muhteşem Atlı Köşkte devam ettiriyor.
Boğazı seyretmeye en uygun mekan SSMüzesidir. 


Dünyaca ünlü İspanyol Katalan sanatçı John Miro İspanyol İç Savaşı ve İkinci Dünya Savaşından etkilenmiş.  Sergide yağlıboya, akrilik, taşbaskı olmak üzere 125 eser yer alıyor.Kimi eserler ve sanatçıya ait kişisel eşyalar ise dünyada ilk defa Türkiye'de Sakıp Sabancı Müzesinde sergileniyor.