11 Şubat 2013 Pazartesi

SANATÇI DUYARLILIĞI

 

H.Çiçeksever — 18 Eylül 2010
SANATÇI    DUYARLILIĞI…H.Çiçeksever’den
 
Duyarsızlık suç olmalıdır diyoruz  her defasında . Umarız duyanlar oluyordur. Çünkü bu tablo böyle çizilmez, yarınki çocuklara kötü miras bırakıyoruz. Aptallar bugünü, akıllılar yarınları düşünerek hareket ederler. Anlamayanlara  söylemeyin diye annem derdi ki;  “adım Reşit, sen söyle sen işit..” Duyanlar olmasa da biz göle maya çalmaya devam edeceğiz. Çünkü taşı delen, suyun çokluğu değil,  damlaların sürekliliğidir. Şikayet etmektense karanlığa bir mum yakmak görevimiz.İnsanoğlu dünyaya bir yükümlülükle doğuyor, Allah hiçbir şeyi  boşuna yaratmamış.
Elektriğin olmadığı devirlerde tellallar olurmuş. Bunlar padişahın emirlerini halka  bağırarak duyuru yaparken; “duyduk duymadık demeyin” diye başlarlarmış. Bizde okuduk, okumadık demeyin diyoruz. Dünya kapitalizminin silahı medya ve sinema dünyası. Hüseyin Rahmi’nin dediği gibi; her hayvanı hoşlandığı yemle avlarlar..Medya insanların yumuşak karnı. Çok bağıranlar var ama birde bunları hayata geçirecek cesareti olanlar olmalı.Veya bu göreve gelmiş kişilere destek verilmeli.Bir zincirin halkaları gibi bağlıyız birbirimize..
Bazı yazılarımda nasıl oyuna getirildiğimizi, beyin zihin operasyonlarını, emperyalizmin startejisinin cahil insanı çoğaltarak egolarına düşkün hale getirdiğini zaman zaman vurgulamaya çalışıyoruz. Çünkü bizler; Osmanlı Çınarının Atatürk çiçekleri olarak ve son din olan İslamın “uyanınız-uyandırınız” temsilcileri olarak bir misyon taşıyoruz. Bu misyonu cahiller taşıyamazlar, Firavun gibi servete düşkün olanlar taşıyamazlar. Kim  mi taşır? Kur’an diliyle; “akıl sahipleri” taşır. İnsan aklı kadar sorumludur.
Bu misyonu helal süt emmiş, helal alınteri  ile kazanalar ve ruhen yükselişe geçmiş yüksek ideal yolcuları , gerçek sanaçılar  taşımak ve uygulamakla yükümlüdür. O nedenle sanat ve sanatçı çok önemlidir. Sanattan mahrum bir milletin hayat damarlarından biri kopmuştur diyerek evrensel bir cümle ile taşhis koyan Atatürk’e rağmen, bizde hiçbir okul kazanamayan insanlar sanat bölümlerinde okuyor. Akıl , zeka, ruhi yükseliş seviyesine gelmeyen insanların sanat adına üretecekleri  hiçbir şey yoktur. Elişleri veya yetenek çalışmaları sanatsal yapıt niteliği taşımıyor.
İspanya ve İtalya’daki ölümsüz sanatçılara baktığınızda ve toplumlarını nasıl etkilediğini gördüğünüzde ancak sanat farkını anlayabilirsiniz. Her yemek yapan ahçı değil, her dikiş diken modacı olmadığı gibi herkese sanatçı diyemeyiz. Sanat ruhun dışarı fışkırması, alnında ışığı ilk hisseden insandır. O nedenle sanatçılar duyarlıdır, toplumsal olaylara vizyon getirmek zorundadır.
Binlerce notaları kafasında tutan, parmaklarının ucundan dışarı yansıtan Fazıl Say’ı 1999’da Samsun Ondokuzmayıs Üniversitesi  kampüsünün  tiyatro salonunda dinlemiştim. Hatta konser bitişinde kitabımı armağan etmiş ve ülke adına göreve davet etmiştim. Bugün sanki o görevi yerine getiriyormuş gibi hissettiğim,  cehalet okyanusunun karanlığına bir mum gibi duyarlı  bir yazısını okudum ve sizlerle paylaşmak istedim:
“ARABESK, TOPLUMSAL ÇÖKÜŞÜN ÖLÜMÜ BEKLEYEN TEMBEL RUHUDUR” diye çok isabetli  bir teşhisle başlıyor.Çünkü teşhis doğru olmazsa tedavi yanlış  sonuç verir.Devam ediyor;
“Arabesk bir ruhtur. Toplumsal bir ruh; bir çöküşün ruhu. (gönülden katılıyorum bu fikre)
Yılışıklıkla zaman geçirerek ölümü bekleyen o tembel ruh… Mesela Türkiye’de en önce televizyon arabesktir. Bütün gün yılışıklık seyrediyorsunuz, akşam haberler başlıyor: Bir haftada 35 şehit, 27 siyasi tutuklama, 62 cinayet, 78 kişi  trafik kazasında öldü. 20 milyon insan işsiz, 10 milyon insan açlık sınırında, İsrail’le savaş durumu, Ermenistan’la savaş durumu. “Türkiye çözüldü, Türkiye tükendi” haberleri. Sonra haberler bitiyor ve  yılışık, cıvık programlar devam ediyor. Hiçbir şey olmamış gibi, seyrettiğiniz haberler anlamsızmış gibi… Göbek atanlar, kirli söylenen şarkılar, düzeysiz konuşmalar, saçma sapan espriler, yavşaklıklar, bir cehalet okyanusu.(çok doğru)
O ruh işte bu; arabesk!
Düşünün ki, öğleden sonra yemek programı. Yemek yapanların tahammül edilmez laf salataları. Hiçbir şey öğrenemeyeceğimiz bir boş laf galaksisi içindeyiz… Ve, “Televizyonda yemek yapanlar” göbek atmaya başlıyorlar. Aniden! Hiçbir sebep yokken. Onlar göbek ata dursun, altyazı geçmeye başlıyor, memleketin bir yerinde olan hazin ölümler, şehitler altyazıdan geçiyor, sol köşede ise bir margarin reklamı. İyice vıcıklaşması için.
Altyazı bedenlere sıkılan kurşunları geçiyor, görüntüdeki vıcıklık ise ruha sıkılan kurşunları.”
Eline, gönlüne sağlık Fazıl Say.Sanatçı görevini yapmışsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder