11 Haziran 2015 Perşembe


SADUN BORA

Dünyayı dolaşan ilk Türk denizcisi olan Sadun Boro, 10,5 metre boyunda Kısmet isimli teknesi 1963’te Salacak’tan yola çıkarak,  Üç yıl süren dünya seyahatinin  anıları Hürriyet Gazetesinde yayımlandı. Bu anılar, daha sonra “Pupa Yelken” adlı kitapta toplandı.

 1986 yılında Sinop’a uğramışlardı. Sinop Aşıkları Danimarka’lı dostlarım Soffy &Pala beni aradılar meşhur birinin geldiğini söylediler, hemen Saray Restoran’ta buluştuk. Küçük şehrin nimeti tabi kısa sürede buluşabilmek. Güzel bir akşam geçirdik. Sadun Bora için sürpriz ise neydi biliyor musunuz?

1965’te de Alman asıllı eşi Oda Boro ile beraber dünya turuna çıktıklarında tüm basınımız heyecanla duyurdu. İlk duraklarının Kanarya Adaları olacağı söylendi. Hatta onlara Kanarya Adaları’nda aldıkları ünlü kedileri Miço  seyahatleri boyunca eşlik etmiş ve Miço meşhur olmuştu.

Adaya vardıklarında Türkiye’den resmi erkandan sağ-salim ulaştıkları için tebrik telgrafları çekilmişti, sade vatandaş olarak bir tek benim adım vardı Hürriyet gazetesinde hala saklıyorum.. Söylediğimde hatırladı, gülümsedi, merak etmiştim dedi. Hem şehrinizi hem sizi görmek ilginç oldu dediler.

Hayat anlamlı tesadüflerle dolu, bir halka tamamlanacağı zaman herkes birleşiyor.

 Oğlumun yaşı gereği, o sırada    Kolej sınavları ve İngiltere’ye dil öğrenmek için gitmelerin gündemde olduğu bir zamandı, ne tavsiye edersiniz demiştim.  Eşi Oda Bora bana en yararlı şeyin, lise çağında tren biletiyle Avrupa’yı dolaşmak olduğunu söylemişti. Şimdi ben tecrübelerim sonucunda aynı tavsiyede bulunuyorum.

Batılı olmak, batılı düşünce tarzı, aşmış insanlarla olmak insanın hayatına anlam katıyor.

Bir düşünür der ki;

“alim ile oturan alır mertebe, cahil ile oturan döner merkebe..” 

  Boro ailesi 1977-1979 arasında, o zaman sekiz yaşında olan kızları Deniz’le beraber Karayip Adaları’nı, Amerika’nın doğu sahillerini gezdi. 1980’den sonra Bodrum ve Gökova Körfezi’nde yaşadı. Özellikle Gökova, Göcek, Fethiye gibi güney Ege kıyılarının korunması için çok uğraştı.

 

5 Mayıs 2015 Salı

EDUARDO GALEANO


“Latin Amerika’nın Kesik damarları” isimli kitabıyla tanıdım Eduardo
Galeano’yu. Kitap muhteşem, çok akıcı ve şimdiki Ortadoğunun çilesine benziyor.
Mutlaka okunması gereken bir kitap.

13 Nisan 2015’te dünya bu önemli yazarı kaybetti. Galeano Montevideo'da, orta
sınıf Katolik bir ailede doğmuştur. 14 yaşında ilk politik çizgi romanını, Sosyalist Parti'nin
haftalık yayın organı El Sol'a satmıştır. 1973'te bir askeri darbe nedeniyle Uruguay'ın iktidarı
değişince Galeano hapse atılmış, daha sonra da sürgüne yollanmıştır. Arjantin'e yerleşmiş ve
kültürel bir dergi olan, Crisis'i kurmuştur. 1976'da Videla rejimi, askeri bir darbe ile,
Arjantin'de iktidara gelince ülkeden İspanya'ya kaçtı.
1985'in başında Galeano Montevideo'ya döndü. Galeano 13 Nisan 2015'te saat
08:20'de Montevideo'da akciğer kanserinden vefat etti.
Yazar genel olarak Latin Amerika'daki örneklerden yola çıkarak dünya sorunlarından
bahsetmiştir. Köle ve kadın ticareti ile mütemadiyen artmakta olan suç oranı irdelediği
sorunlar arasındadır. Kitaplarında çoğunlukla gazete haberleri kullanarak örneklendirmeler
yapılmaktadır.
Geçen yıl Sinop’a bol miktarda gelen Curise gemilerinden inen yolculara soruyorum
çoğunluk tanıyor. “Latin Amerika’nın Kesik Damarlarından” pasajlar;
“Gerçeğin ne olduğuna bakmadan onu değiştirmenin sihirli bir formülü yok. Bir şeyi
değiştirmek içinse önce ne olduğunu görmek gerekiyor. Latin Amerika’daki sorun bu. Onu
göremiyoruz, kendimize körüz, çünkü kendimize başkalarının gözüyle bakmaya
şartlandırılmışız.
Latin Amerikadaki sömürgeciler, derebeylerin saltanatı yüzünden, en verimli kıyı
bölgelerindeki yoksulluk karşısında donar kalır. Tezatlar ülkesinde bolluğun, refahın saltanat
sürdüğü yerlerde sefaletin en koyusu kol gezer.şilinin ulusal gelirinin dörtte üçü yabancıların
elinde. Şili’nin etine geçen bakırdan dişler. Ailece aynı yatakta yatan insanlar, su yok, banyo
yok.Venezüella’da petrol üretilir yabancı şirketler alır, halk sefaletle boğuşur. Lüks düşgünü
oligarşiyi besliyor.
Teknolojinin gelişmiş ülkelerden alınması yanlızca ekonomik ve kültürel bağımlılığı
getirmez. Açıkça görülmektedir ki; geri kalmışlık ce cehalet çöllerine modernleşme
vahalarının yerleştirilmesi, azgelişmişliğin hiçbir sorununa çözüm getirmemektedir. Gelişmiş
ulusların maymun gibi taklit edilmesi…Cehaletin egemen olduğu , doğal kaynakların
yabancıların elinde olduğu bu ülkelerde , toprağın zenginliği insanın yoksulluğunu
doğuruyor.”

OKTAY SİNANOĞLU




Türk Einstein’i diye bilinen, dünyanın en genç profösürü,
Türk Kuantum kimyacısı, kuramsal kimyacı ve moleküler biyolog Oktay Sinanoğlu bugün 19 Nisan 2015 ABD'de tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
Dünyada yeni kurulmaya başlayan moleküler biyoloji dalının ilk profesörlerinden biri oldu. DNA sarmalının çözelti içinde o biçimde nasıl durduğuna açıklama getirdi.
Bir yıldız kaydı, Türk milletinin başı sağolsun değerli bir evladını yitirdi.
Oktay Sinanoğlu, Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu'nun Türkiye Başkonsolosluğu'nda görev yapmakta olduğu Bari'de 1943’te doğdu. 1939 yılında İtalya'da II. Dünya Savaşı'nın başlamasının ardından ailesiyle Türkiye'ye döndü. Ünlü sanatçı Esin Afşar'ın ağabeyidir.
Yale Üniversitesi'nde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. 1973'te Almanya'nın en yüksek "Aleksander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu. 1975'te Japonya'nın "Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülü"nü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu'na ilk ve tek Türkiye Cumhuriyeti Profesörü ünvanı verildi. 1976'da Japonya'ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Meksika hükümeti tarafından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirildi.
“Bok mu var Amerika’da Diyarbakır’a gidin” diyen Sinanoğlu, Türkiye'de bulunduğu dönemde çalışmalarını daha çok Türk ulusal kimliği ve Türk diliyle ilgili milliyetçi görüşlerini yaymaya adadı. Eğitim dilinin resmi dil olması gerektiğini ve yabancı dilin takviyeli olarak öğretilmesinin gerektiğini savundu. Matematiksel yapısından dolayı Türkçe'nin en iyi bilim dili olduğunu söyledi.

Tüm akademik çalışmaları içinde en önemli 5 kuramı şöyledir:
(1961) – Atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı
(1964) – Çözgeniter kuramı
(1974) – Kimyasal tepkime mekanizmaları kuramı
(1981) – Mikrotermodinamik
(1983) – Değerlik kabuğu etkileşim kuramı.

Kitapları
Göçmen Hamamı
2050'ye 5 Kala Dünyanın 105 Yıllık Tarihi
Türkçe Giderse Türkiye Gider
Bye Bye Türkçe / Bir Nev-York Rüyası
Büyük Uyanış
Hedef Türkiye
Ne Yapmalı / Yeniden Diriliş ve Kurtuluş İçin
Yeni Bilim Ufukları I
Yeni Bilim Ufuklari 2 Yeni bir matematik kuramı ve onunla bazı fizik kimya ilkelerinin bulunması
Yeni Bilim Ufukları 3 Hayatın Örgüsü Elli Yıllık Biyolojinin Temellerini Sarsan Sorular
Açıklamalı Fizik, Kimya, Matematik Ana Terimleri Sözlüğü 

12 Nisan 2015 Pazar

DIMDIZLAK - Levent Kırca




Halkın gönül dilinin tercümanı, en zor sanat dallarından biri olan Tiyatroya-Tiyatroculara saygı duymamak mümkün değil.
Levent Kırca’nın ifadesiyle; “En güçlü silah Mizah! Mizahla atılan taş yaralamaz, öldürür. Zaten mizah; zayıfın güçlüye karşı silahıdır.” Diyor.
Gerçek bir sanatçı Kırca. Çünkü sanat zeka demektir, aşmak demektir, medeniyet demektir. Sanat toplum için yapılır ama toplumun kültür ve eğitim seviyesine göre anlam taşır. Sanatçı güldürürken düşündüren, uyandıran insan demektir.
Levent Kırca diyor ki; “Bizler Nasrettin Hoca’nın torunlarıyız. “Türk Mizahı” diye bir mizah vardır ve dünyada tektir.”
Londra’daki asırlık Tiyatro binalarına bakıyorum, bir de Levent Kırca’nın borç ve sponsor aracılığı ile Kadıköy’de 6 katlı bir apartmanın kalorifer dairesinden yaptığı tiyatro salonuna bakıyorum. Düşünmek, üzülmek, geleceğe acıyarak bakmakla yetinebiliyor insan.
Popüler kültür, Amerikan tercümanı şakalar mizah değildir. . Kırca’nın tabiriyle; “görev yapmayan güldürü, mizah değildir, laubaliliktir, sululuktur.” Derken doğru söylüyor. Aptalları oyalamak için yapılan boş işlerdir. Oysa Sanat, sanatçıyla, alnında ışığı ilk hisseden insanlarla yapılan bir iştir. Gerçek sanatçı zeki, alnında ışığı ilk hisseden, kültürlü, bilinçli, toplumunu paradan, çıkarından önce düşünen insandır.Levent Kırca’nın yayınlanmış köşe yazılarından oluşan bir oyun Dımdızlak. Kırca’nın çocukluğundan başlayan okul, askerlik, anıları Ankara’ya ilk gelişi 27 Mayıs ihtilali, Özal’ın benzeriyle, bale gösterisi, Zeki Müren benzeriyle süren ve günümüzle sonlanan 11 ödüllü bir oyun.
Oyunda "Hoşgeldiniz" diyerek sözlerine başlayan Kırca, şöyle dedi: "Siz burada karşınıza geleyim diye beni bekliyordunuz. Ben de perdenin arkasında sahneye çıkmanın zamanını bekliyorum. Bir taraftan Atatürk'ün öğrettiği Türkçe ile dua ediyorum. Yukarıyla anlaşmak için Arapçaya ya da Osmanlıcaya ihtiyaç duymuyorum. Çünkü benim her şeyi bilen yüce rabbim Türkçeyi mi bilmiyor kardeşim diye de düşünüyorum." Sinevizyon eşliğinde, 25 yıl TRT’de gösterilen 'Olacak o kadar' adlı televizyon programından da kesitler sunan Kırca, Sezen Aksu ve Yavuz Bingöl için fikirlerinden dolayı 'döneklik' suçlamasında bulundu. Sinevizyon’da, eski alaturka tuvaletten yaptığı masasını gösterdi, ilginç bulduk.
“Önüm Arkam, Sağım Solum Dönek” ve “Habudiyar” kitaplarını aldım acınacak halimize gülerek okudum

4 Nisan 2015 Cumartesi

AKİHİTO’NUN DOĞUMGÜNÜ


12 Aralık Cuma saat 19:00’da İstanbul’da bulunan Wyndham Grand Hotel’de Japonya İstanbul Başkonsolosluğu’nun düzenlediği İmparatorun Doğum günü resepsiyonuna davetliydik.
Resepsiyon odasına yerleştirilen dev ekranda yer alan Japonya İmparatoru ve İmparatoriçenin  hayatı, günlük yaşamı gösterildi.
125'inci İmparatoru Akihito'nun  81. doğum günü nedeniyle gecede Japonlar son derece nazik ev sahipliği yaptılar. Choya erik likörünü çok beğendim. Bol bol nefis suhi ve balıklar ikram edildi.
Japon Kültürünü tanıtmak için Türkiye’ye gönderilen Japonya Kültür Müsteşarlığı’ndan görevlendirilen Kültür Değişim Elçisi Keiko Hirano, kendisinin uzun senedir anlatılan “Ertuğrul Fırkateyni Faciası”’ nın şehitleri ve kurtarılıp Türkiye’ye dönenlerin akrabaları ve İran-Irak savaş sırasında Tahran’daki Japonları Türk Havayolları özel uçağı ile kurtaran pilot, kabin memurları ve aileleri ile yakından tanıma fırsatını yakalamıştır.



JAPON GECESİ



21 Ekim 2014
Türk Japon Vakfı ve Japonya Büyükelçiliği tarafından Japonya'nın İstanbul Başkonsolosluğu'nun katkılarıyla organize edilen gece, İş Sanat Kültür Merkezi'nde gerçekleştirildi. Çok sevgili dostlarım,  Gül Sadıklar ve Ece Sadıkların nazik davetiyle katıldığımız bu geceye  Mehmet Haberal'ın da aralarında bulunduğu  800 kişi  katıldı. 
Türk Japon Vakfı Başkanı Prof. Dr. Cafer Tayyar Sadıklar "Japonya bizim gerçek dostumuzdur. Japonlar Türkiye'ye çok büyük altyapı ve üstyapı yatırımları getirdiler diyerek çalışmalarını anlattı.
Türkiye-Japonya diplomatik ilişkilerinin başlangıcının 90. yıl dönümü kapsamında düzenlenen "Türk-Japon Dostluk Gecesi"nde, Japon koto sanatçısı Atsuko Suetomi ve kanun sanatçısı Göksel Baktagir konser verdi. 
Türk Japon Vakfı'nın, gerçekleştirdiği etkinliklerle iki ülke dostluğunun merkezi haline geldiğini vurgulayan Yokoi, şunları kaydetti:
Bu yıl Türkiye-Japonya ilişkilerinin 90. yılı ancak Japonya ve Türkiye arasındaki ilişkiler Ertuğrul fırkateynine kadar uzanmaktadır. 125. yıl dolayısıyla birçok etkinlik yapılacak. 'Ertuğrul' isimli film çekilecek.  Japonya ve Türkiye arasında benzeri bulunmayan bir dostluk var."
Ziya Şakir’in İmparator Mikado eserinin yayıncısı Fatma Yargıcı ile bu gecede tanıştık.
26 Ekim 2014, Japon Festivali
Baltalimanı Japon Bahçesinde, Türkiye ile Japonya diplomatik ilişkilerinin başlamasının 90’ıncı yılı, İstanbul’da düzenlenen ‘Komşumuz Japonya: Hisset! Dene! Japon Festivali’ ile kutlandı. Japonya İstanbul Başkonsolosluğu’nun ev sahipliğinde ve Daikin’in ana sponsorluğunda gerçekleşen festival; Koto konseri, Bonsai sergisi, İaido gösterisi gibi Japon kültürünü yansıtan etkinlikler ile renklendi.
Kostüm yarışması,  geleneksel Japon çalgısı Koto,  geleneksel ve modern Japon müziklerinden örnekler , Japonya’nın geleneksel Kenjutsu’larından (dövüş-savunma sanatları) biri olan İaido gösterisi ve yaklaşık bir saat süren Çay Seremonisi konukların büyük ilgisini çekerken, mini ağaç sanatı Bonsai sergisi ve workshop’lar, Japonya Tanıtım Standı’nda yer alan Kendama, Janage gibi oyunlar da katılımcılara keyifli anlar yaşattı. Festivalde isteyen konukların isimleri Japonca harflerle yazılarak kendilerine hediye edildi.

JOHNY LOGAN

21 Ekim 2014


Cemal Reşit Rey Konser Salonu muhteşem bir Eurovision gecesine ev sahipliği yaptı. Sunuculuğunu Eurovision’un daimi anlatıcısı, Türkiye'de Eurovision denince akla gelen ilk isim olan, duayen  Bülent Özveren  kitap gibi bilgisiyle sunum yaptı.  İsmi  yazılması unutulan Berna Çiçeksever için; “Berna’cımdan özür diliyoruz” diyerek  taktim etti.
İBB Kent Orkestrası dünden bugüne Eurovision konseriyle CRR’de sanatseverlerle muhteşem bir gece yaşattı. Orkestranın konuğu; 2 defa Eurovision şarkı yarışmasında İrlanda'ya birincilik kazandıran Bay Eoruvision olarak anılan İrlandalı besteci ve söz yazarı Johhny Logan ‘ın da  konuk sanatçı olarak katıldığı konserde  Semiha Yankı’dan “Seninle Bir Dakika”, Sertab Erener’den “Everyway That I Can”, Johhny Logan’dan ‘’What’s Another Year’’ ve ‘’Hold Me Now’’ seslendirildi.
Şef;  Üstüner Büyükgönenç, 
Solistler;  Bülent Tekakpınar, Oya Şar, Berna Çiçeksever Sinem Yalçınkaya, Onur Turan.
Johny Logan’ın  parça aralarında “enişte-enişte” diye başlayan  küçük Türkçe esprileri konsere ayrı bir renk kattı.