27 Mart 2013 Çarşamba

DOSTLARLA OLMAK

                Bu hafta sonumuz dost haftası gibiydi.
                Öyle dostlarınız vardır ki, sık sık görüşme imkanınız yoktur. Fakat bilirsiniz ki o sizin için daima güvenilir, yolunuz düştüğünüzde aniden kapıyı çaldığınızda sizi görünce sevineceğini bilirsiniz. Kalpleriniz birliktedir. Öyle dostlarınız vardır ki her an birliktesinizdir. Buna rağmen başınız dara düştüğünde veya başka şehirde gördüğünüzde yanaşmak istemezsiniz, güvenemezsiniz.
                İşte bir fincan kahvenin kırk yıl hatırını sayan, insan sevgisi yüklü  insanlar dosttur. Dostluk gelişmiş insanlar arasında kurulan sağlam bir ilişkidir.Ümit, güven, anlayış sevenlerin duygusudur.
                Samsun’da ilk oturduğumuz apartmanda evlilik denen ilk yuvamızda ilk komşumuzdu Alev ablalar. Yaşam koşulları ayırsa da gönüllerimiz bir olan sevdiğimiz insanlar onlar. 40 yıllık dostlarımız Alev-Necati Tamer’lerin Bahçeşehir’deki  büyük bir zevkle sevgiyle döşenmiş  evlerinde Pazar sabahı birlikteydik. Alev ablanın kendisi gibi zarif sunumları,  karı-koca insan sevgisi dolu yürekleriyle kırk yıllık dostluğun  sıcaklığını taze tutuyorlardı. Hala aynı zerafet, dürüstlük, saygın, insancıl, zarif  insanlarla olmak terapi gibi geliyor insana. Dost dostun avusunu alır derler ya işte öyle bir şey. 50. evlilik yıldönümü kutlamalarına hazırlanıyor Alev- Necati Tamer’ler.Daha nice mutlu günler diliyorum kendilerine.
                Sinop’ta ev alma işlemlerini bitirerek Amerika’ya dönmeye hazırlanan   yetenekli,  empatik dost, sevgili Füsun’la buluştuk, hoşsohbet bir gün geçirdik. Seneye buluşmak üzere ayrıldık.
                Dost olmak, dost kazanmak, dostlarla olmak medeni insanlara özgü hasletlerdir. Bilge kültürümüz; “dostlarla olunca acı yemiş bile aş olur der.”
                “Gerçek bir dost nimetlerin en büyüğü ve elde etmeye en az çalıştığımızdır. Dostlardan başkasına anlatılmayacak şeyler vardır.” Dostoyevski
               
               

22 Mart 2013 Cuma

IŞIK VE GÖLGENİN DANSI

            Anılarımı tazeleyen, gençlik yıllarıma götüren nefis bir sergi çıktı karşıma!
             Barbaros Bulvarı üzerindeki Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası girişindeki muhteşem sergi gerçekten bir dans gibi  nefes kesiciydi benim için. Çünkü bu anlamda yapılan işleri , tasarım dünyasının gerçek dahisi Danish Design olarak sadece  Kopenhag’da görmüştüm.
            Hatta Türkiye’de herkesin zengin görünmek hevesiyle, yakışan ve  yakışmayan  her mobilyaya  kristal avize takıyorlardı.  Annemin kendine özgü düzenlediği ve her görende hayranlık uyandıran Samsun’daki evimde avize olarak 1975’te mimar kuzenimin öğrettiği   avizeyi aydınger kağıdından bir büyük bir küçük  yapmış ve salonumuzda  çok uzun yıllar kullanmıştık. Daha sonra oğlum  evlendi Londra’da ev açtılar ve çocuk odasına aynı avizeyi aldıklarını görünce  heyecanlanmıştım..
            Şirin Bayram ilk olarak 1800'lerde Brill tarafından kağıt üzerinde uygulanan tekniği kaprol kullanarak günümüze taşımış. Bayram, yapışkan kullanılmadan parçaların birbirine geçirilmesi olarak tanımlanabilecek "slices form" tekniğiyle oluşturduğu tasarımlarının bir kısmı soyut objeler. Bir kısmı, güneş, dalga, mantar, gibi somut hayattan esinlenmiş. Kalanlar "parabol", "hiperbol" gibi geometrik formlar. Ama tamamı mimari ve heykelsi tasarımlar
            Yüksek Mimar Şirin Bayram’ın, Parametrik Döngü isimli sergisi benzer aydınlatmalarla birbirinden özel çalışmalarla hayranlık uyandırıcıydı. Sadece ışığın değil, geometrik çizgilerin, mimarinin, sabrın,  yaratıcılığın bir gölgesiydi sergilenen eserler.
            Türkiye’de böylesine eserler görmek, ne kadar kabiliyetli ve yaratıcı bir millet olduğumuzun kanıtı. Yeter ki imkanlar verilsin, ne cevherler var ülkemizde!
 
 
           

AŞK SANATI-ARS AMATORIA

            “Hırçın dalgalardan daha güçlüdür bir damla gözyaşı” diye başladı Ferhat Göçer .
            Batı yazın tarihinde  Ovidius külliyatında  Ars Amatoria (Aşk Sanatı)’nın yeri tartışılmaz.
            Aşk olmasa dünya soğurdu diyor mistikler. Seyrani; “aşkın iğnesiyle dikilen dikiş kıyamete kadar sökülmez imiş” diyor. Dünyadaki en güzel eserler aşkın ürünleridir.
             Candaş Örnek’in davetlisi olarak 19 Şubat akşamı Black Out-Kedi  sahnesinde dinledim  Ferhat Göçer’i. Konserine AŞK SANATI (Ars Amatoria)  ismini vermiş. Kendi yazıp sunduğu  aşk şiirlerini ve okuduğu aşk şarkılarını duygulu bir sesle şiir şeklinde okuduktan sonra müzikle seslendirdi. Nezih bir kalabalığın keyifle dinlediği gecede pek çok aşk şarkıları dile gelirken ruhlar canlandı, hisler tazelendi, enerji topladı insanlar. Müzik ruhun gıdası ise aşk  kalbin  benzini.
            Romanın büyük sürgün ozanı Ovidius’un  hiç beklemediği bir anda, karşısına aniden dikilen bu error’a teslim olmaktan ve  kendisini götürdüğü Karadeniz kıyılarındaki yabanıl Tomis’e yelken açmaktan başka yapacağı hiçbir şey kalmamıştır. Zihni allak bullak, gönlü bulanık bir halde Roma’daki saygın ve debdebeli yaşamını arkasında bırakır ve ölünceye kadar katlanmak zorunda kalacağı kan dondurucu şekilde soğuk o yepyeni bir diyara yol alır. Ardına baktığında tek hatırladığı manzara, gözü yaşlı ailesinin ve dostlarının veda buselerine karışan hüzünlü el sallayışlar ve günah keçisi ilan edilen, aşkın muhteşem şiiri, Ars Amatoria (Aşk Sanatı) olur.”İşte aşk böyle bir şey.Aşkı en iyi şarkılar tarif ediyor.
“Katran karası geceler, olmaz olası geceler…” diyor  içten bir çekişle Ferhat Göçer,
“Açılır yelkenleri yalnızlığın..boş dünyadaki şeyler soğuk ve insafsız..yürek yollara düşmek için sabırsız..”
“Mecnun misali gurbet ellerde, ümitsiz sevginin kurbanıyım ben, yalan dünya her şey bomboş.. hancı sarhoş, yolcu sarhoş…”
“Gurbete giden döner mi dönmez belli değil bilirim..ben bir karaağaç gölgesi buldum cebimde ümitlerim..”
“Gitme, gitme, gitme kokunu bırak! Bu rüzgarlı yerlerde mum mu dayanır?”
“Sorma ..sorma…sorma.. söyleyemem, yangınlardayım…nöbetlerdeyim…başım dumanlı…”
“Suları çekilmiş ırmaklar gibiyim… Kırbaçlanıyor yaralarım…”
“Çok yorgunum beni bekleme kaptan, seyir defterini başkası yazsın…beni o limana çıkaramazsın!”
“Karda ateş, ateşte kar gibi seni bekliyorum…”
Son satırlarında ise anlamlı mesajlar veriyordu;
“Günah mı alınyazısını kurcalamak? Konuşurken bile eksiliyor ömür, gününü gün etmek en iyisi..”diyor  ama olmuyor tabi.
“Efkarım birikti, sığmaz  içime, Bin sitem etsem de azdır kadere…Gülmeyi unutan yaşlı gözlere, mutluluktan haber ver dilek taşı…”
“Bir anlık öfkeyle kaybetme sevdiklerini” diye bitiriyor Aşk Sanatını Ferhat Göçer.
Sevmek bir sanat, yaşamak bir sanat, konuşmak bir sanat. Aşkın sonu sanat!
“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.” Atatürk




21 Mart 2013 Perşembe

18 MART'IN TANIKLARI


                Çanakkale Zaferinin 98. Yıldönümünde Collection Clup üyesi koleksiyonerlerin ev sahipliği yaptığı, şanlı zafere dair,  her türlü materyalin ve savaş fotoğraflarının yer aldığı sergi 2001 Sanat Galerisinde açıldı.
                Başlıbaşına bir kültür hazinesi olan “Asker Fotoğrafları” koleksiyonuyla Av. Coşkun Sakarya, “Çanakkale Savaşlarından objeler ve materyallerle Grafiker Yavuz Balkan, Çanakkale Savaşının deniz harekatını anlatan sunumuyla Prof.Dr. Turgut Göksoy,  konuşmacı olarak Araştırmacı, Gazeteci, Yazar Orhan Karaveli, öğrencilerin sunduğu gösterilerle anlamlı bir gündü.
“Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna yarab, ne güneşler batıyor.”
                “Siz Geriye Dönmeyenler, Hakkınızı nasıl öderiz?”
                82 yaşında 22 yaşındaki delikanlı enerjisiyle, Atatürk’ün mirasına sahip çıkılması gerektiğini  canlı bir tarih gibi anlattı Orhan Karaveli.
                Avrupa’yı ve dünyayı iyi tanıyan çok az sayıdaki Türklerden biri olan Orhan Karaveli; başta Atatürk olmak  üzere, Nazım Hikmet, Adnan Menderes, Sabiha Gökçen gibi önemli kişilerle birlikte olmuş, Londra ve New York’ta yaşamış olayların görgü tanığı  bir kişi. Mesleğinden gelen tatlı, rahat, akıcı, heyecanlı uslubuyla, yalın ama inandırıcı bir anlatımla yaşadıklarını anlatırken kendine hayran bırakıyordu.
                Kitaplarını imzaladı, fotoğraflar çekinirken bile hala yorgun değildi. 82 yaşında saçlarınız ne kadar gür diyenlere; “bu saçlara Atatürk’ün eli değdi tabi dökülmeyecek” diyordu.
                “Gazeteci tarihin tanığıdır” sözünün  gerçeğin bir ifadesi olduğunu kendisinde yaşıyoruz bugün.